Sözlerin yetmediği, kelimelerin yorgun düştüğü bir çağdayız. Artık diller konuşuyor ama yürekler suskun. Hakikat ağır geliyor kelimelere; anlam, ağızlardan dökülürken yolda kayboluyor. Herkesin sesi var ama kimsenin sözü yok. Ekranlar, kürsüler, sayfalar cümlelerle dolu; fakat o cümlelerin hiçbirinde ruha dokunacak sıcaklık yok.
Vaktiyle bir nasihat, bir ömrün yönünü değiştirebilirdi. Bilge kişiler dinlenir, sözlerine itibar edilirdi. Büyük küçüğünü, küçük de büyüğünü bilirdi. Geçmiş, azapla değil; rahmetle anılırdı.
Şimdi binlerce söz, bir tek kalbe bile dokunamıyor. Çünkü söz eski söz; ama gönül eski gönül değil. Kalplerin terazisi bozuldu, ölçü değişti. Artık hakikate değil, nefsimize uygun olanı işitmek istiyoruz. Söz değil, menfaat arıyoruz; tefekkür değil, beğeni peşindeyiz.
Bugün konuşmalar çoğaldı ama anlam derinliği azaldı. Cümleler büyüdü, hikmet küçüldü. Sözün tesiri, söyleyenin samimiyetindeydi; samimiyet gidince kelimeler de sönükleşti. Diller dökülüyor ama kalplerin dili suskun. Kalem oynuyor ama ruh yazmıyor. Bu yüzden söz, hedefine varmadan düşüyor yere.
Oysa her söz, bir kalp arar. Kalp diri ise, o söz orada kök salardı. Fakat artık gönüller taş kesildi, kulaklar gürültüye teslim oldu. En doğru söz bile yankılanıyor sadece; çünkü yankı, diriltmez ölü bir vicdanı.
Belki de artık az konuşmanın, çok susmanın vakti geldi. Susmak bazen bir vazgeçiş değil; bir direniştir. Zira sükût, kalabalıkların gürültüsünde hakikatin son sığınağıdır. Rabbimiz belki de bizden, kelimelerle değil; hâlimizle şahitlik etmemizi istiyor.
Suskunluk, korkaklık değil; sözün değersizleştiği yerde onuru koruma biçimidir. Bazen susmak, boş sözün kirletmediği bir vakar hâlidir. İnsan bazen konuşarak değil, susarak da hakikatin tarafında durabilir.
Çünkü bazen bir tebessüm, bir bakış, bir iyilik; uzun cümlelerden daha derin bir iz bırakır.
Ve bazen susmak, en yüksek sesle konuşmaktır.
Sükût, hakikatin yankısını değil; özünü taşır.
Ve anlayana, sessizlik bile apaçık bir uyarıdır…