Efendim, yeniden merhaba. Bugün hava güneşli, içimizi ısıtan, enerji dolu, baharın gelişini müjdeleyen o güzel günlerden biri. Tam da böyle bir günde, uzun zamandır gündeme getirmek istediğim önemli bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Son yıllarda teknolojinin gelişmesiyle birlikte cep telefonları ve kameralarla röportaj yapmak, fotoğraf çekmek oldukça kolaylaştı. Sosyal medyanın etkisiyle de bir “sosyal medya gazeteciliği” ya da “fenomen gazetecilik” anlayışı ortaya çıktı. Bu kişiler, bir mikrofon ve bir kamerayla sokağa çıkarak kendilerini “gazeteci”, “yorumcu”, hatta “köşe yazarı” olarak tanıtıyorlar. Ancak ne yazık ki bu kimliği, herhangi bir resmi basın kimliği, haber sitesi, basın kartı ya da mesleki etik bilgisi olmaksızın, yalnızca tanınmak, popüler olmak ve kendi söylemlerini yaymak için kullanıyorlar.
Bu durum hem gazetecilik mesleğini yıpratıyor hem de kamu kurumları ve yöneticileri açısından ciddi sorunlar doğurabiliyor. Çünkü bu kişiler kimi zaman sorumsuzca açıklamalar yapıyor, halkı galeyana getirecek içerikler üretiyor, gerçek dışı ve provokatif yayınlarla toplumsal barışı tehdit edebiliyorlar.
Oysa gazetecilik; sorumluluk, etik ve liyakat gerektiren ciddi bir meslektir. Gazeteci; kamuoyunu doğru, tarafsız ve zamanında bilgilendirmekle yükümlüdür. Haberi belgelerle, doğru kaynaklarla, objektif bir bakış açısıyla verir. Özellikle etik kurallara uygun davranır; yalan haber yapmaz, iftira atmaz, çocuk haklarına, özel hayata ve kişi onuruna saygı gösterir.
Gazeteci olabilmek için gerekli yasal süreçler de bellidir. Basın savcılığına yapılan başvuru, domain tescili, iletişim başkanlığı onayı, basın kartı ve diğer resmi belgeler... Bunlar, mesleği gerçekten icra etmek isteyen herkesin yerine getirmesi gereken yükümlülüklerdir.
Bu bağlamda, geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Milliyetçi Hareket Partisi'nin sokak röportajlarıyla ilgili verdiği önergeyi de önemsiyorum. Bu tür röportajların kimler tarafından, hangi amaçlarla yapıldığı iyi sorgulanmalıdır. Sokak röportajları halkın sesi olabilir; ama bu sesin sahici, etik ve sorumlu bir kaynaktan gelmesi gerekir. Eğer röportajlar, gazetecilik kimliğine sahip olmayan kişilerce algı operasyonuna dönüşüyor, halkı kin ve nefrete yönlendiriyorsa, burada durup düşünmek şarttır.
Ancak bu değerlendirme yapılırken basın özgürlüğünün zedelenmemesi de büyük önem taşımaktadır. Gerçek gazetecilerin, halkla devlet arasında bir köprü kurarak doğru habercilik yapmasının önüne geçilmemelidir. Sapla samanın ayrılması, yani mesleği gerçekten hakkıyla yapanlar ile yalnızca “rol yapanlar”ın ayrıştırılması gerekmektedir.
Bu süreçte devletin ve ilgili kurumların üzerine düşen görevler de vardır. Özellikle yerel ve ulusal basında faaliyet gösteren medya kuruluşlarının desteklenmesi, ekonomik ve sosyal olarak ayakta kalabilmesi için gerekli teşvik ve sübvansiyonların sağlanması şarttır. Basın kartı ve görev belgeleri gibi resmi evrakların kolaylaştırılması, mesleki altyapının güçlendirilmesi ve basın ilan kurumundan adil desteklerin sağlanması mesleğin sürdürülebilirliği açısından kritik önemdedir.
Sonuç olarak; gazetecilik, bir “fenomenlik” ya da “popülerlik” alanı değildir. Gazetecilik, kamunun doğru bilgiye ulaşması için özveriyle yapılan bir hizmettir. Bu hizmeti doğru ve ahlaki temelde sunan, objektiflik ve ilkeli habercilik anlayışıyla çalışan tüm meslektaşlarımızın desteklenmesi gerektiğine inanıyor, devletimizden ve ilgili kurumlardan bu yönde adım atmalarını bekliyoruz.
Derdimizi anlatabildiysek ne mutlu bize. Sürç-i lisan ettiysek affola.
Saygılarımla,