Mübarek Tanrıkulu
Köşe Yazarı
Mübarek Tanrıkulu
 

EĞİTİM Mİ YOKSA EZBER Mİ?

Her sabah binlerce öğrenci okul yolunu tutarken, zihinlerde benzer bir sorgu beliriyor: “Bu çocuklar gerçekten öğreniyor mu?” Eğitim sistemimiz, yıllar boyunca milyonlarca öğrenciye binlerce sayfa bilgi sunuyor; fakat bu bilginin ne kadarı kalıcı öğrenmeye, eleştirel düşünceye ve gerçek yaşamla kurulan bağlara dönüşüyor? Türkiye’de uygulanan zorunlu eğitim sistemi, 12 yıllık süre boyunca öğrencilere çok sayıda ders ve bilgi sunuyor. Ancak bu yoğun içerik çoğu zaman öğrenciyi yalnızca sınavı geçmeye odaklandırıyor; neyi, neden öğrendiklerini sorgulamadan, bilgiyi ezberleyip kısa sürede unutmaya mahkûm oluyorlar. Oysa içinde yaşadığımız bilgi çağında, bilgiyi üretenler, bilgiyi yalnızca tüketenler üzerinde açık bir üstünlük kuruyor. Bu nedenle günümüz dünyası, sadece bilgiye erişebilen bireyleri değil; bilgiyi analiz edebilen, dönüştürebilen ve ona yeni anlamlar kazandırabilen zihinleri önceliyor. Sistemin Merkezinde Kim Var? Eğitimde karşılaştığımız sorunların kaynağı yalnızca müfredatın içeriği değil; daha derinlerde, onu şekillendiren zihniyetle doğrudan ilişkilidir. Bugün pek çok okulda hala öğrenme süreci, pasif bir dinleme etkinliğine indirgenmiş durumda. Öğretmen merkezli anlatımın egemen olduğu bu yapıda, öğrenciye düşen rol ise sadece dinlemek, not almak ve ezberlemektir. Oysa gerçek anlamda eğitim, bilgi aktarımının ötesinde; öğrencinin merak duygusunu uyandırmayı, sorgulama ve araştırma becerilerini geliştirmeyi ve kendi düşünce sistemini(muhayillesini) inşa edebilmesini amaçlamalıdır. Bilimsel temelli bir eğitim anlayışı da tam olarak bu aktif, üretken ve anlam kurucu süreci esas alır. Geçtiğimiz yıl bir ortaokulda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine misafir olarak katılmıştım. Dersin konusu, "iman esasları" Öğrenciler, öğretmenin yönelttiği sorulara kitapta yer alan tanımları ezberden yanıtlıyorlardı. Ders bitiminde bir öğrenciye şöyle sordum: “Sence Allah’a inanmak hayatını nasıl etkiliyor?” Cevabı uzun bir sessizlik oldu. Çünkü derste bu soruyu kimse sormamıştı. Bu olay, bana şunu çok açık biçimde gösterdi: Öğrenciler çoğu zaman inandıkları şeyleri yaşama dönüştürmeyi değil, tanımını doğru cümlelerle tekrar etmeyi öğreniyorlar. Oysa din eğitimi, yalnızca kavramsal bilgilerin ezberletilmesinden ibaret olmamalı; öğrencinin g9önlüne dokunarak, inancını bir hayat tarzına dönüştürebilmesine imkân tanımalı, İslam’ın insana yüklediği kulluk bilincini ve ahlaki sorumluluğu içselleştirebileceği bir şekil sunulmalıdır. Ders Çok, Ama Deney Yok OECD verilerine göre Türkiye'deki öğrenciler, örgün eğitim kapsamında haftada ortalama 35- 40 saatini okulda geçiriyor. Ancak bu sürenin büyük bir kısmı öğretmen merkezli ders anlatımı ve sınav odaklı uygulamalarla geçiyor. Aktif öğrenme, deney ve uygulama temelli eğitim ise yok denecek kadar az. Öğrencilerin laboratuvar deneyleri, saha çalışmaları, proje tabanlı öğrenme ve grup içi etkileşimlerle beslendiği bir eğitim ortamı, sistemin geneline baktığımızda istisnai örneklerle sınırlı kalıyor. OECD’nin 2019 PISA raporuna göre, Türkiye’de öğrencilerin yalnızca %15’i haftada birden fazla uygulamalı bilimsel etkinliğe katıldığını belirtirken, Hollanda’da bu oran %45’e kadar çıkıyor. Dahası, yapılan etkinliklerin niteliği de tartışmalı. Bir çok okulda tırnak içinde "deney" adı altında yapılanlar, aslında öğrencinin sadece izlediği, süreçten kopuk olduğu temsili uygulamalardan ibaret. Ayrıca Millî Eğitim Bakanlığı'nın 2022 Eğitim İzleme Raporu’na göre, Türkiye’deki okulların yaklaşık %61’inde fen laboratuvarı ya hiç yok ya da yetersiz donanıma sahip. Bu durum, öğrencilerin bilimle temasını yalnızca kitap sayfalarıyla sınırlı bırakıyor. Oysa öğrenmenin en güçlü yollarından biri, doğrudan deneyimlemedir. Öğrenciye bilginin sadece "ne" olduğunu değil, "nasıl" ve "neden" olduğunu da gösterecek bir eğitim ortamı oluşturulmadıkça; teorik bilgiler, hayatla bağ kuramayan ezberlere dönüşmeye devam edecektir. Öğretmenler Ne Kadar Hazır? Eğitimde niteliği belirleyen en önemli unsur hiç kuşkusuz öğretmendir. Ancak günümüzde birçok öğretmenin bilimsel gelişmeleri takip edebilecek zamanı, kaynaklara erişimi ve çoğu zaman da sürdürülebilir motivasyonu bulunmamaktadır. Bunun temel nedenlerinden biri, öğretmen yetiştirme süreçlerinin yeterince eleştirel düşünmeye ve uygulama becerilerine dayalı olmamasıdır. Oysa öğrencisine sorgulayan, düşünen ve üreten bir bakış açısı kazandırmak isteyen öğretmenin, öncelikle kendisinin bu donanıma sahip olması beklenir. Bu noktada Millî Eğitim Bakanlığı’nın son yıllarda attığı adımlar umut verici. Özellikle “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” bu anlamda önemli bir paradigma değişimini ifade etmekte. Öğretmenlerin sürekli mesleki gelişimini önceleyen bu model; sadece bilgi aktaran değil, rehberlik eden, ilham veren ve öğrenmeyi öğrenen öğretmen profiline odaklanmaktadır. Yakın dönemde hayata geçirilmesi planlanan Öğretmen Akademileri ise bu dönüşümün sahaya hızlı ve etkili biçimde yayılabilmesi için kritik bir rol üstlenecektir. Bu sayede öğretmenler, kendilerini güncelleyebilecekleri, deneyim paylaşımında bulunabilecekleri ve yenilikçi eğitim anlayışlarına entegre olabilecekleri sürdürülebilir bir gelişim ortamı olacağı temennisindeyim. Peki, Çözüm Ne Olabilir? Eğitim sisteminde gerçek bir dönüşüm sağlamak istiyorsak, sadece müfredatın içeriğine odaklanmak yetmez; esas mesele, o müfredatın sınıf ortamında nasıl hayata geçirildiğidir. Ezberci ve sınav odaklı yapıdan uzaklaşmadan, öğrenciyi merkeze alan, sorgulamayı teşvik eden ve deneyimle öğrenmeyi esas alan bir anlayış benimsenmedikçe, en modern görünen programlar bile yüzeyde kalmaya mahkumdur. Bu noktada bahsettiğim Türkiye Yüzyılı Maarif Modelini uzun süredir ihtiyaç duyulan bu zihinsel dönüşümün önemli bir adımı olacaktır. Bu değişim yalnızca sistemle değil, bizlerle mümkün olacak. Batının fen ve bilimsel birikiminden elbette istifade etmeliyiz; fakat arkasına takılıp körü körüne taklit eden değil, kendi medeniyet değerleriyle yoğrulmuş özgün bir eğitim modeli inşa eden bir toplum olmalıyız. Artık “treni kaçırmama” telaşını bir kenara bırakıp, kendi trenimizi tasarlayan ve bu trenin lokomotif koltuğuna geçen bir akıl inşa etmenin vaktidir. Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil; bir medeniyetin yarınlarını şekillendirmektir. Ve bu şekillendirme süreci, ancak köklerine bağlı, dünyaya açık ve insana dokunan bir yaklaşımla mümkün olacaktır. Kaynakça: • OECD. (2020). PISA 2018 Results (Volume II): Where All Students Can Succeed. OECD Publishing. https://www.oecd.org/pisa/ • Millî Eğitim Bakanlığı. (2022). Eğitim İzleme Raporu 2022 – Okul Ortamları. Ankara: MEB. https://veri.meb.gov.tr • UNESCO. (2023). Global Education Monitoring Report. https://www.unesco.org/gem-report/ • Millî Eğitim Bakanlığı. (2024). Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Tanıtım Kitapçığı. https://mufredat.meb.gov.tr/
Ekleme Tarihi: 22 Ekim 2025 -Çarşamba
Mübarek Tanrıkulu

EĞİTİM Mİ YOKSA EZBER Mİ?

Her sabah binlerce öğrenci okul yolunu tutarken, zihinlerde benzer bir sorgu beliriyor: “Bu
çocuklar gerçekten öğreniyor mu?” Eğitim sistemimiz, yıllar boyunca milyonlarca öğrenciye
binlerce sayfa bilgi sunuyor; fakat bu bilginin ne kadarı kalıcı öğrenmeye, eleştirel düşünceye
ve gerçek yaşamla kurulan bağlara dönüşüyor?

Türkiye’de uygulanan zorunlu eğitim sistemi, 12 yıllık süre boyunca öğrencilere çok sayıda
ders ve bilgi sunuyor. Ancak bu yoğun içerik çoğu zaman öğrenciyi yalnızca sınavı geçmeye
odaklandırıyor; neyi, neden öğrendiklerini sorgulamadan, bilgiyi ezberleyip kısa sürede
unutmaya mahkûm oluyorlar. Oysa içinde yaşadığımız bilgi çağında, bilgiyi üretenler, bilgiyi
yalnızca tüketenler üzerinde açık bir üstünlük kuruyor. Bu nedenle günümüz dünyası, sadece
bilgiye erişebilen bireyleri değil; bilgiyi analiz edebilen, dönüştürebilen ve ona yeni anlamlar
kazandırabilen zihinleri önceliyor.

Sistemin Merkezinde Kim Var?
Eğitimde karşılaştığımız sorunların kaynağı yalnızca müfredatın içeriği değil; daha derinlerde,
onu şekillendiren zihniyetle doğrudan ilişkilidir. Bugün pek çok okulda hala öğrenme süreci,
pasif bir dinleme etkinliğine indirgenmiş durumda. Öğretmen merkezli anlatımın egemen
olduğu bu yapıda, öğrenciye düşen rol ise sadece dinlemek, not almak ve ezberlemektir. Oysa
gerçek anlamda eğitim, bilgi aktarımının ötesinde; öğrencinin merak duygusunu uyandırmayı,
sorgulama ve araştırma becerilerini geliştirmeyi ve kendi düşünce sistemini(muhayillesini) inşa
edebilmesini amaçlamalıdır. Bilimsel temelli bir eğitim anlayışı da tam olarak bu aktif, üretken
ve anlam kurucu süreci esas alır.

Geçtiğimiz yıl bir ortaokulda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine misafir olarak katılmıştım.
Dersin konusu, "iman esasları" Öğrenciler, öğretmenin yönelttiği sorulara kitapta yer alan
tanımları ezberden yanıtlıyorlardı. Ders bitiminde bir öğrenciye şöyle sordum: “Sence Allah’a
inanmak hayatını nasıl etkiliyor?” Cevabı uzun bir sessizlik oldu. Çünkü derste bu soruyu
kimse sormamıştı. Bu olay, bana şunu çok açık biçimde gösterdi: Öğrenciler çoğu zaman
inandıkları şeyleri yaşama dönüştürmeyi değil, tanımını doğru cümlelerle tekrar etmeyi
öğreniyorlar. Oysa din eğitimi, yalnızca kavramsal bilgilerin ezberletilmesinden ibaret
olmamalı; öğrencinin g9önlüne dokunarak, inancını bir hayat tarzına dönüştürebilmesine imkân
tanımalı, İslam’ın insana yüklediği kulluk bilincini ve ahlaki sorumluluğu içselleştirebileceği
bir şekil sunulmalıdır.

Ders Çok, Ama Deney Yok
OECD verilerine göre Türkiye'deki öğrenciler, örgün eğitim kapsamında haftada ortalama 35-
40 saatini okulda geçiriyor. Ancak bu sürenin büyük bir kısmı öğretmen merkezli ders anlatımı
ve sınav odaklı uygulamalarla geçiyor. Aktif öğrenme, deney ve uygulama temelli eğitim ise
yok denecek kadar az.

Öğrencilerin laboratuvar deneyleri, saha çalışmaları, proje tabanlı öğrenme ve grup içi
etkileşimlerle beslendiği bir eğitim ortamı, sistemin geneline baktığımızda istisnai örneklerle
sınırlı kalıyor. OECD’nin 2019 PISA raporuna göre, Türkiye’de öğrencilerin yalnızca %15’i
haftada birden fazla uygulamalı bilimsel etkinliğe katıldığını belirtirken, Hollanda’da bu
oran %45’e kadar çıkıyor. Dahası, yapılan etkinliklerin niteliği de tartışmalı. Bir çok okulda
tırnak içinde "deney" adı altında yapılanlar, aslında öğrencinin sadece izlediği, süreçten kopuk
olduğu temsili uygulamalardan ibaret.

Ayrıca Millî Eğitim Bakanlığı'nın 2022 Eğitim İzleme Raporu’na göre, Türkiye’deki okulların
yaklaşık %61’inde fen laboratuvarı ya hiç yok ya da yetersiz donanıma sahip. Bu durum,
öğrencilerin bilimle temasını yalnızca kitap sayfalarıyla sınırlı bırakıyor. Oysa öğrenmenin en
güçlü yollarından biri, doğrudan deneyimlemedir. Öğrenciye bilginin sadece "ne" olduğunu
değil, "nasıl" ve "neden" olduğunu da gösterecek bir eğitim ortamı oluşturulmadıkça;
teorik bilgiler, hayatla bağ kuramayan ezberlere dönüşmeye devam edecektir.

Öğretmenler Ne Kadar Hazır?

Eğitimde niteliği belirleyen en önemli unsur hiç kuşkusuz öğretmendir. Ancak günümüzde
birçok öğretmenin bilimsel gelişmeleri takip edebilecek zamanı, kaynaklara erişimi ve çoğu
zaman da sürdürülebilir motivasyonu bulunmamaktadır. Bunun temel nedenlerinden biri,
öğretmen yetiştirme süreçlerinin yeterince eleştirel düşünmeye ve uygulama becerilerine dayalı
olmamasıdır. Oysa öğrencisine sorgulayan, düşünen ve üreten bir bakış açısı kazandırmak
isteyen öğretmenin, öncelikle kendisinin bu donanıma sahip olması beklenir.

Bu noktada Millî Eğitim Bakanlığı’nın son yıllarda attığı adımlar umut verici. Özellikle
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” bu anlamda önemli bir paradigma değişimini ifade etmekte.
Öğretmenlerin sürekli mesleki gelişimini önceleyen bu model; sadece bilgi aktaran değil,
rehberlik eden, ilham veren ve öğrenmeyi öğrenen öğretmen profiline odaklanmaktadır. Yakın
dönemde hayata geçirilmesi planlanan Öğretmen Akademileri ise bu dönüşümün sahaya hızlı
ve etkili biçimde yayılabilmesi için kritik bir rol üstlenecektir. Bu sayede öğretmenler,
kendilerini güncelleyebilecekleri, deneyim paylaşımında bulunabilecekleri ve yenilikçi eğitim
anlayışlarına entegre olabilecekleri sürdürülebilir bir gelişim ortamı olacağı temennisindeyim.
Peki, Çözüm Ne Olabilir?

Eğitim sisteminde gerçek bir dönüşüm sağlamak istiyorsak, sadece müfredatın içeriğine
odaklanmak yetmez; esas mesele, o müfredatın sınıf ortamında nasıl hayata geçirildiğidir.
Ezberci ve sınav odaklı yapıdan uzaklaşmadan, öğrenciyi merkeze alan, sorgulamayı teşvik
eden ve deneyimle öğrenmeyi esas alan bir anlayış benimsenmedikçe, en modern görünen
programlar bile yüzeyde kalmaya mahkumdur. Bu noktada bahsettiğim Türkiye Yüzyılı Maarif
Modelini uzun süredir ihtiyaç duyulan bu zihinsel dönüşümün önemli bir adımı olacaktır.

Bu değişim yalnızca sistemle değil, bizlerle mümkün olacak. Batının fen ve bilimsel
birikiminden elbette istifade etmeliyiz; fakat arkasına takılıp körü körüne taklit eden değil,
kendi medeniyet değerleriyle yoğrulmuş özgün bir eğitim modeli inşa eden bir toplum
olmalıyız. Artık “treni kaçırmama” telaşını bir kenara bırakıp, kendi trenimizi tasarlayan
ve bu trenin lokomotif koltuğuna geçen bir akıl inşa etmenin vaktidir.

Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil; bir medeniyetin yarınlarını şekillendirmektir. Ve bu
şekillendirme süreci, ancak köklerine bağlı, dünyaya açık ve insana dokunan bir
yaklaşımla mümkün olacaktır.
Kaynakça:
• OECD. (2020). PISA 2018 Results (Volume II): Where All Students Can Succeed.
OECD Publishing. https://www.oecd.org/pisa/
• Millî Eğitim Bakanlığı. (2022). Eğitim İzleme Raporu 2022 – Okul Ortamları.
Ankara: MEB. https://veri.meb.gov.tr
• UNESCO. (2023). Global Education Monitoring Report.
https://www.unesco.org/gem-report/
• Millî Eğitim Bakanlığı. (2024). Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Tanıtım Kitapçığı.
https://mufredat.meb.gov.tr/

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.