Bugün artık hepimizin elinde bir dünya var. Avuç içimize sığan bu dünya, bize her şeyi
sunuyor gibi görünüyor: bilgi, eğlence, arkadaşlık, hatta sevgi… Fakat belki de farkında
olmadan elimizdekinden çok daha fazlasını kaybediyoruz. Gözümüzün önünde,
parmaklarımızın ucunda olan bu dijital evren, yavaş yavaş içimizi işgal ediyor.
Bir düşünün. Artık sabah uyanır uyanmaz baktığımız şey gökyüzü değil, ekran ışığı. Gün
içinde sohbet ettiğimiz insanlar çoğu zaman yanımızda değil, bir uygulamanın içinde. Akşam
olduğunda bile zihnimiz, dinlenmek yerine bildirim seslerine kulak kesiliyor. Biz fark
etmeden, “bağlantı” kurmak uğruna kendimizden kopuyoruz.
Oysa insanın fıtratı temasla, bakışla, nefesle var olur. Sosyal medya ise bu fıtratı yavaş yavaş
dönüştürüyor. Beğeni sayısıyla ölçülen bir değer anlayışı, filtrelenmiş mutluluklar, suni
kimlikler… Gerçekliğimiz sanalla karışıyor. Ruhumuzun gıdası olması gereken insan teması
yerini algoritmalara bırakıyor.
Teknoloji kötü mü peki? Hayır. Tıpkı ilaç gibi; doğru dozda alındığında şifa, yanlış
kullanıldığında zehir. Zehrin kaynağı artık yalnızca gıdalar değil; dijital de bir zehir taşıyıcısı.
Çünkü bizi fark ettirmeden tembelleştiriyor, düşünme kaslarımızı köreltiyor. “Neyi
sevdiğimizi” bile artık algoritmalar bizden önce biliyor. Biz düşünmeden düşünen,
hissetmeden hisseden bir nesle doğru sürükleniyoruz.
Dünyanın en büyük zenginleri bu dijital evreni neden inşa ediyor sanıyorsunuz? Sadece daha
iyi bir gelecek için mi? Yoksa insanın düşünme yetisini elinden alıp, onu yönlendirilebilir bir
kalabalığa dönüştürmek için mi? Bireyselleşmenin, yalnızlaşmanın ve ruhsal yorgunluğun
arkasında yatan neden belki de tam olarak bu.
Ama çözüm hâlâ elimizde.
Telefonu bir kenara bırakıp bir dostun yüzüne bakabilmekte.
Ekranı kapatıp gökyüzüne dalabilmekte.
Bir “beğeni” yerine gerçek bir tebessüm sunabilmekte.
Sosyal medyayı bilinçli kullanalım. Onun bizi yönetmesine değil, bizim onu yönetmemize
izin verelim. Çünkü dijital dünya, insanın hizmetinde olmalı; insan, dijitalin kölesi değil.
Unutmayalım; kalabalıkların içinde yalnız kalmak, bir insanın başına gelebilecek en sessiz
felakettir. Ve bu felaketten kurtulmanın yolu, tekrar insana dönmektir.