Recep Garip
Köşe Yazarı
Recep Garip
 

TEFEKKÜR VE DÜŞÜNCE

Düşünce ve tefekkür denildiğinde ilk akla gelen nedir? Aynı şeyi mi kast ediyoruz yoksa Düşünce ayrı tefekkür ayrımıdır? Düşünce daha çok zihnin, mantıksal ve analitik süreçleri kullanarak bilgi işlemesi, problem çözmesi ve yeni fikirler üretmesi olarak tanımlanabilir. Gündelik hayatımızdaki her türlü zihinsel aktiviteyi kapsar. Örneğin, bir alışveriş listesi hazırlamak, matematik problemi çözmek veya bir iş projesi için strateji geliştirmek düşünceye girer. Bu, genellikle amaç odaklı ve daha yüzeyde bir zihinsel faaliyettir. Tefekkür ise, düşünceden daha derin ve kapsayıcıdır. Kelime kökü Arapça "fikr" (düşünce) olmasına rağmen, tefekkür bir nesne, olay veya kavram üzerine derinlemesine, yoğunlaşarak ve kalpten düşünme sürecini ifade eder. Bu süreç sadece zihni değil, aynı zamanda ruhani ve duygusal bir boyuta da sahiptir. Tefekkür, genellikle bir sonuca ulaşma amacı taşımaz; aksine, varlığın anlamını, evrenin işleyişini veya kişinin kendi iç dünyasını anlamaya yönelik bir arayıştır. Bu, bilinçli bir şekilde kendinize zaman ayırıp, bir konuya odaklanmak ve o konuda iç aydınlanma yaşamaya çalışmaktır. Örneğin, bir doğa manzarasını seyrederken evrenin büyüklüğü üzerine düşünmek veya bir ayet/metin üzerinde derinlemesine kafa yormak tefekkürdür. Göklerin ve yeryüzünün yaratılışı üzerine tefekkür etmek büyük kazançtır. Özetle; Düşünce, genellikle bir problemi çözmeye veya bir sonuca ulaşmaya yöneliktir. Tefekkür ise daha çok anlamı keşfetmeye ve derinleşmeye odaklanır. Düşünce daha çok yüzeysel ve analitiktir. Tefekkür ise daha derin, manevi ve bütüncül bir yaklaşımdır. Düşünce, bilgi ve mantıkla çalışır. Tefekkür ise sezgi, his ve ruhi bağlantıları içerir. Kısacası, her tefekkür bir düşünme eylemidir ama her düşünme eylemi tefekkür değildir. Düşünce, bir aracı; tefekkür ise bu aracı daha derin bir amaç için kullanma halini temsil eder. Kıymetli dostum Ali Vasfi Kurt’tan aldığım Ali Şeriati’ye ait şu söz, Türk düşünce tarihinde iz bırakan birçok büyük ismin çağrısıyla ne kadar da uyum içinde: "Ben herkesi rahatlatmak için gelmedim. Ben rahatları rahatsız etmek için geldim. Ben esrar ve eroin miyim ki herkesi rahatlatayım. Eğer birisi gerçekten bir hizmet yapmak istiyorsa, rahat insanları rahatsız etmeli, suskunları konuşturmalı, uysalları hareketli hale getirmeli, donuk insanlar arasında mücadele çıkarmalıdır." Bu yaklaşım, yalnızca Şeriati’nin değil; Cemil Meriç, İsmet Özel, Necip Fazıl Kısakürek ve Nurettin Topçu’nun da düşünce dünyalarının temel dinamiklerinden biridir. Fildişi Kulelerin Düşmanı: Cemil Meriç, düşünceyi konforun değil, hakikatin izinde bir yolculuk olarak gördü. Ezberci eğitim sistemine ve Batı taklitçiliğine karşı çıkarak aydınları “fildişi kulelerinden” inmeye çağırdı. Onun “rahatsız ediciliği”, kelimelerin içini boşaltan yüzeyselliğe karşı savaşından ve kavramları bir ameliyat masasına yatırır gibi incelemesinden gelir. Uysalların Savaşı: İsmet Özel, şiirleri ve yazılarıyla okuyucuyu huzurlu bir uykuya değil, acı bir sorgulamaya davet eder. “Amentü” şiiri bunun en güçlü örneklerindendir. Ona göre “kendi iç savaşını bitirmiş” olmak aslında bir teslimiyet halidir. O yüzden modern hayatın dayattığı kapitalist düzeni yırtmak ve Müslümanca bir mücadeleye girişmek gerektiğini savunur. Düşüncenin Çilesi: Necip Fazıl için sanat ve fikir, bir uyarı aracıdır. “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” diye haykırarak toplumu uyarır. Büyük Doğu dergisiyle fikirsel uyuşukluğu kırmaya çalışır. Onun çilesi, hakikati kavrayamayan kalabalıkları rahatsız ederek silkelenmelerini sağlamaktır. İsyan Ahlakı: Nurettin Topçu, “isyan”ı sadece düzene karşı çıkmak değil, insanın kendi nefsine, konforuna ve tembelliğine karşı açtığı ahlaki savaş olarak görür. Ona göre Batı’nın materyalist hayat tarzı bir ahlaki çöküştür. Bu yüzden, “donuk” ve “uysal” insanları harekete geçirmek onun en büyük idealidir. Bu dört büyük düşünürün yanı sıra, Ali Şeriati’nin çağrısını destekleyen başka sesler de vardır. Uyanışın Şairi Mehmet Akif, “Korkma!” diye haykırırken, milleti uyuşturan atalete karşı bir tefekkür çağrısı yapıyordu. Safahat’ında yozlaşmaya, adaletsizliğe ve gaflete karşı rahatsız edici gerçekleri dile getirdi. Onun şiiri, uyandıran bir tokat gibidir. Diriliş Çağrısı Sezai Karakoç, “Diriliş” düşüncesi, Şeriati’nin “suskunları konuşturma” çağrısıyla benzerlikler arz eder. Ona göre, medeniyetimizin yeniden ayağa kalkması, gençliğin konfor alanlarından çıkıp diriliş fikrine sarılmasıyla mümkündür. Modernleşmenin Perdesini Yırtan Said Halim Paşa, Batılılaşma hayranlığına kapılan aydınlara karşı en keskin eleştirileri getirmiştir. Onun yazıları, toplumun hoşuna gitmeyen ama hakikati dile getiren bir “rahatsızlık” taşır. “İslamlaşmak” risalesi bugün hâlâ bize “kim olduğumuzu” hatırlatır. Malcolm X ve Frantz Fanon, Amerika’da Malcolm X, ırkçılığın pasifliğe sürüklediği siyahileri harekete çağırdı. O, teslimiyeti reddeden bir rahatsızlık sesiydi. Frantz Fanon ise sömürgeciliğin sadece siyasî değil, psikolojik boyutunu çözümledi ve halklara “zihinsel zincirlerini kırma” çağrısı yaptı. Her ikisi de düşünceyi eyleme dönüştürerek küresel ölçekte suskunlukları bozdu. Gazali ile Tefekkürün Mertebesi, Bütün bu isimlerin ortak paydası, insanı rahatsız ederek tefekküre davet etmeleridir. Ancak bu hakikati en özlü biçimde İmam-ı Gazali dile getirir: Ona göre tefekkür, kalbin ibadetidir. İnsan bir anlık tefekkürle yıllarca nafile ibadetten daha ileriye ulaşabilir. Gazali, gafletin insanı uyuşturduğunu, konforun kalbi körleştirdiğini söyler. Bu yüzden gerçek düşünürler, insanları sarsarak onların kalplerini uyandırırlar. Suskunları konuşturmak, uysalları harekete geçirmek, donuk zihinleri kıpırdatmak; hepsi kalbin tefekkür nuruyla aydınlanması içindir. Sonuç olarak; Şeriati’den Meriç’e, Özel’den Necip Fazıl’a, Topçu’dan Akif ve Karakoç’a, Said Halim Paşa’dan Malcolm X ve Fanon’a kadar bütün bu düşünürler bize tek bir hakikati fısıldar: Gerçek hizmet, insanları avutmak değil; onları sarsmak, düşündürmek ve diriltmektir. Gazali’nin uyarısıyla söyleyelim: Tefekkür, gafleti yırtan bir nurdur. Ve o nurla aydınlanan kalpler, hakikatin yolunu bulur.   27 Ağustos 2025 – İstanbul
Ekleme Tarihi: 19 Ekim 2025 -Pazar
Recep Garip

TEFEKKÜR VE DÜŞÜNCE

Düşünce ve tefekkür denildiğinde ilk akla gelen nedir? Aynı şeyi mi kast ediyoruz yoksa Düşünce ayrı tefekkür ayrımıdır? Düşünce daha çok zihnin, mantıksal ve analitik süreçleri kullanarak bilgi işlemesi, problem çözmesi ve yeni fikirler üretmesi olarak tanımlanabilir. Gündelik hayatımızdaki her türlü zihinsel aktiviteyi kapsar. Örneğin, bir alışveriş listesi hazırlamak, matematik problemi çözmek veya bir iş projesi için strateji geliştirmek düşünceye girer. Bu, genellikle amaç odaklı ve daha yüzeyde bir zihinsel faaliyettir.

Tefekkür ise, düşünceden daha derin ve kapsayıcıdır. Kelime kökü Arapça "fikr" (düşünce) olmasına rağmen, tefekkür bir nesne, olay veya kavram üzerine derinlemesine, yoğunlaşarak ve kalpten düşünme sürecini ifade eder. Bu süreç sadece zihni değil, aynı zamanda ruhani ve duygusal bir boyuta da sahiptir. Tefekkür, genellikle bir sonuca ulaşma amacı taşımaz; aksine, varlığın anlamını, evrenin işleyişini veya kişinin kendi iç dünyasını anlamaya yönelik bir arayıştır. Bu, bilinçli bir şekilde kendinize zaman ayırıp, bir konuya odaklanmak ve o konuda iç aydınlanma yaşamaya çalışmaktır. Örneğin, bir doğa manzarasını seyrederken evrenin büyüklüğü üzerine düşünmek veya bir ayet/metin üzerinde derinlemesine kafa yormak tefekkürdür. Göklerin ve yeryüzünün yaratılışı üzerine tefekkür etmek büyük kazançtır.

Özetle; Düşünce, genellikle bir problemi çözmeye veya bir sonuca ulaşmaya yöneliktir. Tefekkür ise daha çok anlamı keşfetmeye ve derinleşmeye odaklanır. Düşünce daha çok yüzeysel ve analitiktir. Tefekkür ise daha derin, manevi ve bütüncül bir yaklaşımdır. Düşünce, bilgi ve mantıkla çalışır. Tefekkür ise sezgi, his ve ruhi bağlantıları içerir. Kısacası, her tefekkür bir düşünme eylemidir ama her düşünme eylemi tefekkür değildir. Düşünce, bir aracı; tefekkür ise bu aracı daha derin bir amaç için kullanma halini temsil eder.

Kıymetli dostum Ali Vasfi Kurt’tan aldığım Ali Şeriati’ye ait şu söz, Türk düşünce tarihinde iz bırakan birçok büyük ismin çağrısıyla ne kadar da uyum içinde: "Ben herkesi rahatlatmak için gelmedim. Ben rahatları rahatsız etmek için geldim. Ben esrar ve eroin miyim ki herkesi rahatlatayım. Eğer birisi gerçekten bir hizmet yapmak istiyorsa, rahat insanları rahatsız etmeli, suskunları konuşturmalı, uysalları hareketli hale getirmeli, donuk insanlar arasında mücadele çıkarmalıdır." Bu yaklaşım, yalnızca Şeriati’nin değil; Cemil Meriç, İsmet Özel, Necip Fazıl Kısakürek ve Nurettin Topçu’nun da düşünce dünyalarının temel dinamiklerinden biridir.

Fildişi Kulelerin Düşmanı: Cemil Meriç, düşünceyi konforun değil, hakikatin izinde bir yolculuk olarak gördü. Ezberci eğitim sistemine ve Batı taklitçiliğine karşı çıkarak aydınları “fildişi kulelerinden” inmeye çağırdı. Onun “rahatsız ediciliği”, kelimelerin içini boşaltan yüzeyselliğe karşı savaşından ve kavramları bir ameliyat masasına yatırır gibi incelemesinden gelir.

Uysalların Savaşı: İsmet Özel, şiirleri ve yazılarıyla okuyucuyu huzurlu bir uykuya değil, acı bir sorgulamaya davet eder. “Amentü” şiiri bunun en güçlü örneklerindendir. Ona göre “kendi iç savaşını bitirmiş” olmak aslında bir teslimiyet halidir. O yüzden modern hayatın dayattığı kapitalist düzeni yırtmak ve Müslümanca bir mücadeleye girişmek gerektiğini savunur.

Düşüncenin Çilesi: Necip Fazıl için sanat ve fikir, bir uyarı aracıdır. “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” diye haykırarak toplumu uyarır. Büyük Doğu dergisiyle fikirsel uyuşukluğu kırmaya çalışır. Onun çilesi, hakikati kavrayamayan kalabalıkları rahatsız ederek silkelenmelerini sağlamaktır.

İsyan Ahlakı: Nurettin Topçu, “isyan”ı sadece düzene karşı çıkmak değil, insanın kendi nefsine, konforuna ve tembelliğine karşı açtığı ahlaki savaş olarak görür. Ona göre Batı’nın materyalist hayat tarzı bir ahlaki çöküştür. Bu yüzden, “donuk” ve “uysal” insanları harekete geçirmek onun en büyük idealidir.

Bu dört büyük düşünürün yanı sıra, Ali Şeriati’nin çağrısını destekleyen başka sesler de vardır.

Uyanışın Şairi Mehmet Akif, “Korkma!” diye haykırırken, milleti uyuşturan atalete karşı bir tefekkür çağrısı yapıyordu. Safahat’ında yozlaşmaya, adaletsizliğe ve gaflete karşı rahatsız edici gerçekleri dile getirdi. Onun şiiri, uyandıran bir tokat gibidir.

Diriliş Çağrısı Sezai Karakoç, “Diriliş” düşüncesi, Şeriati’nin “suskunları konuşturma” çağrısıyla benzerlikler arz eder. Ona göre, medeniyetimizin yeniden ayağa kalkması, gençliğin konfor alanlarından çıkıp diriliş fikrine sarılmasıyla mümkündür.

Modernleşmenin Perdesini Yırtan Said Halim Paşa, Batılılaşma hayranlığına kapılan aydınlara karşı en keskin eleştirileri getirmiştir. Onun yazıları, toplumun hoşuna gitmeyen ama hakikati dile getiren bir “rahatsızlık” taşır. “İslamlaşmak” risalesi bugün hâlâ bize “kim olduğumuzu” hatırlatır.

Malcolm X ve Frantz Fanon, Amerika’da Malcolm X, ırkçılığın pasifliğe sürüklediği siyahileri harekete çağırdı. O, teslimiyeti reddeden bir rahatsızlık sesiydi. Frantz Fanon ise sömürgeciliğin sadece siyasî değil, psikolojik boyutunu çözümledi ve halklara “zihinsel zincirlerini kırma” çağrısı yaptı. Her ikisi de düşünceyi eyleme dönüştürerek küresel ölçekte suskunlukları bozdu.

Gazali ile Tefekkürün Mertebesi, Bütün bu isimlerin ortak paydası, insanı rahatsız ederek tefekküre davet etmeleridir. Ancak bu hakikati en özlü biçimde İmam-ı Gazali dile getirir: Ona göre tefekkür, kalbin ibadetidir. İnsan bir anlık tefekkürle yıllarca nafile ibadetten daha ileriye ulaşabilir. Gazali, gafletin insanı uyuşturduğunu, konforun kalbi körleştirdiğini söyler. Bu yüzden gerçek düşünürler, insanları sarsarak onların kalplerini uyandırırlar. Suskunları konuşturmak, uysalları harekete geçirmek, donuk zihinleri kıpırdatmak; hepsi kalbin tefekkür nuruyla aydınlanması içindir.

Sonuç olarak; Şeriati’den Meriç’e, Özel’den Necip Fazıl’a, Topçu’dan Akif ve Karakoç’a, Said Halim Paşa’dan Malcolm X ve Fanon’a kadar bütün bu düşünürler bize tek bir hakikati fısıldar: Gerçek hizmet, insanları avutmak değil; onları sarsmak, düşündürmek ve diriltmektir. Gazali’nin uyarısıyla söyleyelim: Tefekkür, gafleti yırtan bir nurdur. Ve o nurla aydınlanan kalpler, hakikatin yolunu bulur.

 

27 Ağustos 2025 – İstanbul

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.