Recep Garip
Köşe Yazarı
Recep Garip
 

VEFALI OLMAK

Bazı dostluklar için zaman sınırı yoktur; onlar hayatınızın bir parçası olmaya devam eder. Aradaki mesafeler, kusurlar veya hatalar bir araya geldiğinizde anlamını yitirir. Sizi birbirinize bağlayan manevi bir bağdır. Bu tür dostluklara halk arasında "ahiretlik" denir ve biz de böyle bir dostluğa sahip olduğumuz için şükrediyoruz. Yakın zamanda vefat eden Muhsin Bulutgöçer Hocamızı konuşmak için dostum Abidin Deveci ile bir telefon görüşmesi yaptım. Kırk yıla yakın bir dostluğumuz vardı kendisiyle. O, toplumu aydınlatan, uyaran ve doğru bildiğinden şaşmayan örnek bir dava adamıydı. Abidin kardeşim, hocayla ilgili birkaç hatırasını anlatınca, bu değerli anıların kaleme alınmasını rica ettim. Bu yazı, Abidin Deveci'nin hatıralarını içermektedir. Bir Yıldız Kaydı İslam'ın mücadelesi, Hz. Peygamber'den (sav) günümüze kadar devam etmiş ve her dönemde bu davanın bayraktarlığını yapan kahramanlar olmuştur. Tıpkı deniz fenerleri gibi, zor zamanlarda ümmete yol gösteren ve yeniden bir dirilişe vesile olan sembol şahsiyetler vardır. Rabbim, dinini korumak için her memlekette böyle insanları var etmiştir. Adana'da da bu geleneğin son halkası Muhsin Bulutgöçer Hocamızdı. O da bu dünyadan göçüp, ebedi yurda yerleşti. Allah hepsine rahmet eylesin, yaşayan hocalarımıza sağlık ve afiyet versin. Bunlardan Mahmut Sami Ramazanoğlu, Odacı Mehmet Emmi, Faruk Karabucak, Mehmet Arıcı, Ahmet Garip ve Hacı Bekir Küçükoğlu gibi muhterem büyüklerimizin son halkası da Muhsin Bulutgöçer hocamızdı. O da güzel atlara binerek ebedi yurda yerleşti. Mevlam hepsine rahmet eylesin. Yaşayan nice hocalarımıza sağlık ve afiyet versin. Muhsin Hocayı ilk kez 1990'lı yıllarda, 28 Şubat darbesinin etkilerinin devam ettiği bir dönemde tanıdım. O yıllarda camilerde darbecilerin hazırladığı hutbeler okunuyordu. Bir Cuma günü, Tahtalı Camii'ne gittiğimizde, Muhsin Hoca minbere çıktı. Önce Diyanet'ten gelen hutbeyi okudu, ardından gür bir sesle "Diyanet'in gönderdiği darbecilerin hutbesi bitti, şimdi bizim hutbeyi okuyoruz" dedi ve merhum Mehmet Akif Ersoy'un şu dizelerini okudu: “Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım! -Boğamazsın ki! -Hiç olmazsa yanımdan koğârım! Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle, Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle! Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım: Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu...”   İşte o an, bu vatansever ve cesur dava adamını tanımış oldum. O günden sonra kalbimizde kendisine karşı büyük bir saygı ve sevgi oluştu. Çok sık görüşemesek de o bizim dava büyüğümüzdü. Hocadan Kalan Emanet Bir gün Gazipaşa Bulvarı'nda araba kullanırken, otobüs durağında bekleyen Muhsin Hocamı gördüm. Elinde bastonu, başında komando beresi ve bembeyaz sakallarıyla nur yüzlü bir simaydı. Hemen durup yanına indim, elini öptüm. Nereye gittiğini sordum ve onu evine bırakmayı teklif ettim. O naif ve zarif tavrıyla "Eve gidiyorum, zahmet etmeyin" dedi. Ben ısrar edince evini tarif etti ve yola çıktık. Evinin önüne geldiğimizde, beni içeriye davet etti. "Geçen hafta Umre'den geldik, hurma ve zemzem ikram etmek isterim" dedi. Hocamın bu zarif teklifini geri çevirmek olmazdı. Beraber evine çıktık. Oturup sohbet ederken telefonu çaldı. Konuşmasından anladığım kadarıyla, İstanbul'dan bir gazeteci arıyordu. Gazeteci, Çukurova'daki din mazlumlarını araştırdığını ve bu konuda ona yardımcı olabileceğini söylemişti. Muhsin Hoca, gazeteciye şunları söyledi: "Evlat, ben seksen küsür yaşında bir adamım. Hak vaki olur bilemem. Sen gelmeden şu üç hatırayı paylaşayım." Birinci hadise: Adana'nın Karaisalı ilçesinde, ezanı "Tanrı uludur" şeklinde okutmaya çalışan darbecilere karşı çıkan bir köy imamı, minareye çıkıp "Allahuekber" diyerek ezan okur. Şikâyet üzerine gelen jandarmalar, imamı ve ona yardım etmek isteyen bir köylüyü atların arkasına bağlayıp götürürler. O iki müslümandan bir daha haber alınamaz. İkinci Hadise: Cami ve medreselerden toplanan on binlerce Kur'an, hadis ve diğer İslami eserler, Taşköprü'nün yanındaki ırmağın kenarına yığılır. Askerlerden biri, kitapları tekmeyle nehre atarken, oradan geçen salih bir zat onu uyarır: "Evlat, bunlarda Allah kelamı var, tekmelemeden, ellerinle at." Bu söz üzerine, o zat da alınıp götürülür ve bir daha ondan da haber alınamaz. Üçüncü hadiseyi maalesef hatırlayamıyorum. Bu anlattıklarımı şimdi düşünüyorum da Hocamdan kalan bir emanetmiş. Unutmamak için not almak icap edermiş. Bu hadiseleri Hocam telefonda anlatırken sanki o günleri yaşıyor gibi duygulanarak ve hiddetlenerek anlatmıştı. Rabbim tüm geçmişlerimize rahmet eylesin.
Ekleme Tarihi: 23 Ağustos 2025 -Cumartesi
Recep Garip

VEFALI OLMAK

Bazı dostluklar için zaman sınırı yoktur; onlar hayatınızın bir parçası olmaya devam eder. Aradaki mesafeler, kusurlar veya hatalar bir araya geldiğinizde anlamını yitirir. Sizi birbirinize bağlayan manevi bir bağdır. Bu tür dostluklara halk arasında "ahiretlik" denir ve biz de böyle bir dostluğa sahip olduğumuz için şükrediyoruz.

Yakın zamanda vefat eden Muhsin Bulutgöçer Hocamızı konuşmak için dostum Abidin Deveci ile bir telefon görüşmesi yaptım. Kırk yıla yakın bir dostluğumuz vardı kendisiyle. O, toplumu aydınlatan, uyaran ve doğru bildiğinden şaşmayan örnek bir dava adamıydı. Abidin kardeşim, hocayla ilgili birkaç hatırasını anlatınca, bu değerli anıların kaleme alınmasını rica ettim. Bu yazı, Abidin Deveci'nin hatıralarını içermektedir.

Bir Yıldız Kaydı

İslam'ın mücadelesi, Hz. Peygamber'den (sav) günümüze kadar devam etmiş ve her dönemde bu davanın bayraktarlığını yapan kahramanlar olmuştur. Tıpkı deniz fenerleri gibi, zor zamanlarda ümmete yol gösteren ve yeniden bir dirilişe vesile olan sembol şahsiyetler vardır. Rabbim, dinini korumak için her memlekette böyle insanları var etmiştir. Adana'da da bu geleneğin son halkası Muhsin Bulutgöçer Hocamızdı. O da bu dünyadan göçüp, ebedi yurda yerleşti. Allah hepsine rahmet eylesin, yaşayan hocalarımıza sağlık ve afiyet versin.

Bunlardan Mahmut Sami RamazanoğluOdacı Mehmet EmmiFaruk KarabucakMehmet ArıcıAhmet Garip ve Hacı Bekir Küçükoğlu gibi muhterem büyüklerimizin son halkası da Muhsin Bulutgöçer hocamızdı. O da güzel atlara binerek ebedi yurda yerleşti. Mevlam hepsine rahmet eylesin. Yaşayan nice hocalarımıza sağlık ve afiyet versin.

Muhsin Hocayı ilk kez 1990'lı yıllarda, 28 Şubat darbesinin etkilerinin devam ettiği bir dönemde tanıdım. O yıllarda camilerde darbecilerin hazırladığı hutbeler okunuyordu. Bir Cuma günü, Tahtalı Camii'ne gittiğimizde, Muhsin Hoca minbere çıktı. Önce Diyanet'ten gelen hutbeyi okudu, ardından gür bir sesle "Diyanet'in gönderdiği darbecilerin hutbesi bitti, şimdi bizim hutbeyi okuyoruz" dedi ve merhum Mehmet Akif Ersoy'un şu dizelerini okudu:

“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!

-Boğamazsın ki!

-Hiç olmazsa yanımdan koğârım!

Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;

Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam

Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım:

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu...”

 

İşte o an, bu vatansever ve cesur dava adamını tanımış oldum. O günden sonra kalbimizde kendisine karşı büyük bir saygı ve sevgi oluştu. Çok sık görüşemesek de o bizim dava büyüğümüzdü.

Hocadan Kalan Emanet

Bir gün Gazipaşa Bulvarı'nda araba kullanırken, otobüs durağında bekleyen Muhsin Hocamı gördüm. Elinde bastonu, başında komando beresi ve bembeyaz sakallarıyla nur yüzlü bir simaydı. Hemen durup yanına indim, elini öptüm. Nereye gittiğini sordum ve onu evine bırakmayı teklif ettim. O naif ve zarif tavrıyla "Eve gidiyorum, zahmet etmeyin" dedi. Ben ısrar edince evini tarif etti ve yola çıktık. Evinin önüne geldiğimizde, beni içeriye davet etti. "Geçen hafta Umre'den geldik, hurma ve zemzem ikram etmek isterim" dedi. Hocamın bu zarif teklifini geri çevirmek olmazdı. Beraber evine çıktık.

Oturup sohbet ederken telefonu çaldı. Konuşmasından anladığım kadarıyla, İstanbul'dan bir gazeteci arıyordu. Gazeteci, Çukurova'daki din mazlumlarını araştırdığını ve bu konuda ona yardımcı olabileceğini söylemişti. Muhsin Hoca, gazeteciye şunları söyledi: "Evlat, ben seksen küsür yaşında bir adamım. Hak vaki olur bilemem. Sen gelmeden şu üç hatırayı paylaşayım."

  1. Birinci hadise: Adana'nın Karaisalı ilçesinde, ezanı "Tanrı uludur" şeklinde okutmaya çalışan darbecilere karşı çıkan bir köy imamı, minareye çıkıp "Allahuekber" diyerek ezan okur. Şikâyet üzerine gelen jandarmalar, imamı ve ona yardım etmek isteyen bir köylüyü atların arkasına bağlayıp götürürler. O iki müslümandan bir daha haber alınamaz.
  2. İkinci Hadise: Cami ve medreselerden toplanan on binlerce Kur'an, hadis ve diğer İslami eserler, Taşköprü'nün yanındaki ırmağın kenarına yığılır. Askerlerden biri, kitapları tekmeyle nehre atarken, oradan geçen salih bir zat onu uyarır: "Evlat, bunlarda Allah kelamı var, tekmelemeden, ellerinle at." Bu söz üzerine, o zat da alınıp götürülür ve bir daha ondan da haber alınamaz.
  3. Üçüncü hadiseyi maalesef hatırlayamıyorum. Bu anlattıklarımı şimdi düşünüyorum da Hocamdan kalan bir emanetmiş. Unutmamak için not almak icap edermiş. Bu hadiseleri Hocam telefonda anlatırken sanki o günleri yaşıyor gibi duygulanarak ve hiddetlenerek anlatmıştı. Rabbim tüm geçmişlerimize rahmet eylesin.
Yazıya ifade bırak !

Diğer Yazıları

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.