Recep Garip
Köşe Yazarı
Recep Garip
 

YAVUZ BÜLENT BÂKİLER

Gönlüme düşen ateş yaktı dilimi Ah Türkistan Türkistan, büktün belimi Üstümüzden bir Eylül rüzgârı esip geçti. Dünürüm Eyüp Çetinkaya’nın hanımı, Cihan Bey oğlumuzun annesi Selvinaz Hanım’ı Hakk’a uğurladık. Birkaç gün geçmemişti ki şair, yazar ve gazeteci Yavuz Bülent Bâkiler’den de ayrılık haberi geldi. Bir gün öncesinde kendisine telefonla ulaşamamıştım. Yoğun bakımda olduğunu öğrenmiş, hastaneye gitmek üzere aramıştım. Sabahleyin vefat haberi geldi. Son görüşmem nasip olmadı. Yavuz Bülent Bâkiler, 1936 yılında Sivas’ta dünyaya geldi. Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinden göç etmiş bir aileye mensuptur. İlk ve orta öğrenimini Sivas, Gaziantep ve Malatya’da tamamladı. 1960 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. TRT Ankara Radyosu Merkez Program Dairesi Başkanlığı’nda rapor yazıcısı olarak çalışırken çeşitli kültür programları hazırladı ve sundu. 1969-1975 yılları arasında Sivas’ta avukatlık yaptı. 89 yaşında Hakk’a yürüyen Bâkiler’in cenazesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından, Sivas’taki aile kabristanına defnedilmek üzere yola çıktı. Ruhu şad, mekânı cennet olsun. Kırk yıla varan bir geçmişimiz vardı. Birçok şiir şöleninde şiirler okuduk, kültürden sanata, edebiyattan tarihe düşüncelerimizi paylaştık. Bazen konferanslarda kendisini dinledik. “Yaşayan Hazineler” ve “Kahve Bahane” gibi programlarıma konuk oldu. Kitap fuarlarında, imza günlerinde birlikte bulunduk; şehirlerarası yolculuklar yaptık. Az önce İstanbul’da bir deprem oldu. Birkaç dakika sonra şair, yazar ve gazeteci kıymetli dostum Ekrem Kaftan arayıp geçmiş olsun dileklerini iletti. Ben de Yavuz Ağabey’le ilgili bir yazı hazırlamakta olduğumu söyledim. Kuşkusuz Ekrem’in de onunla sayısız beraberliği, söyleşisi vardır. Birlikte İstanbul’dan İzmir’e gitmiş, oradan Aydın üzerinden karayoluyla Denizli’deki şiir şölenine katılmıştık. Yavuz Bülent Bâkiler’le yaptığımız bu yolculuklarda nice hatıra, bilgi ve hikmete dair sözler dinlemiştik. Kaftan, Rahmetle andığımız Mehmet Niyazi Ağabey’le olan dostluğunu “Doğunun Ölümsüz Çocuğu” adlı eseriyle taçlandırmıştır. Kim bilir, belki Yavuz Bülent Bâkiler için de bir eser kaleme alır. Bir yanı Azerbaycan, bir yanı Kahramanmaraş, diğer yanı Sivas olan bir ağabeyi Hakk’a uğurlamanın hüznü elbette yüreğimizde. Ekrem Kaftan üretken bir kalemdir; şiirden denemeye, hikâyeden romana, hayattan hatırata ve gazeteciliğe dair birçok eseri vardır. Böylesi velût kalemlerin kıymetini yaşarken bilmek gerektiğini bir kez daha hatırlatalım. Yavuz Ağabey’le böylesi bir geçmişimiz vardı. Güzel şiir okur, akıcı bir üslupla saatlerce Türk’ün geçmişine, tarihine, kültürüne ve diline dair hassasiyetlerini dile getirirdi. Sahnede uzun konuşmaları sever, anlatması gerekenleri anlatmadan kürsüden inmezdi. Derdi olan, dertli olan bir tefekkür ehliydi. İki yıl kadar önceydi. Bir gün telefonla aramıştım. Hal hatır sorduktan sonra şöyle demişti: “Recepcim, dua et de Yavuz abin elindeki iki kitabı bitirme fırsatı bulsun.” “Gönlümdekiler ve Ötekiler, Hatırladıklarım ya da Bendeki Akif...” Sanırım eserler yarım kaldı. Zaten hayatta neyi tamamlayabiliyor ki insan? Türk kültür ve edebiyatına adanmış ömrü, hepimizin hafızasında derin izler bırakıp gitti. Anadolu’da, Türk coğrafyasında, üniversitelerde, kitap fuarlarında ve televizyonlarda sayısız konuşmalar yaptı. Büyük kalabalıklara köklerimizi hatırlattı, Türkçeyi doğru kullanma hususunda “sözün doğrusu”nu öğütledi. Kültür birikimimizin idrakinde olmamızı istedi. Yavuz Bülent Bâkiler sadece bir şair değil; Türk milletinin tarihine, diline ve kültürel mirasına derin bir hassasiyetle eğilen bir düşünce adamı, yazar ve gazeteciydi. Şiirlerindeki akıcılık, sesindeki gürlük ve Türkçeye olan hayranlığı onu dinleyen herkesi etkilerdi. Bâkiler, Türk şiirinin gönül sesi ve kültürel mirasımızın savunucularındandır. Edebiyat, düşünce ve şiir yolculuğu; Türkiye’nin zorlu, çalkantılı dönemlerinde, Millî Edebiyat ve Anadolu geleneğinden beslenen, köklerine bağlı, millî ve manevî değerleri merkeze alan bir çizgide, zikzak yapmadan sürüp gitmiştir. Onun sanatını ve düşüncesini anlamak için milliyetçilik ve muhafazakârlık fikirlerinin edebiyat ve kültürdeki yansımalarını kavramak gerekir. Dede Korkut’tan Hoca Ahmet Yesevî’ye, Yunus Emre’den Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye, Mehmet Akif Ersoy’dan Yahya Kemal’e, Necip Fazıl’dan Cemil Meriç’e, Nurettin Topçu’dan Nihal Atsız’a, Arif Nihat Asya’dan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Peyami Safa’dan Osman Yüksel Serdengeçti’ye kadar pek çok ismi topluma hatırlatmaktan geri durmadı. “Bir Ölünün Mektubu” şiirinde ise şöyle diyordu: Hazret-i Süleyman’a bile kalmadı dünya Bütün günahları size bırakıp Ölmüşüz elhamdülillah. Kaygımız yok bizim yiyip içmekten yana Üstümüz, başımız temiz. Bir şey yediğimiz yok ki zaten Oruçluyuz hepimiz. Gün aşırı Kabristana bir ölü getirirler Kalkıp "hoş geldin" deriz. Canımız sıkılınca geceleri uzanıp Akan yıldızları seyrederiz. Oyuncaksız, salıncaksız küçük ölüler Yeni arkadaşlar tanır. Kimse ağlayamaz ki zaten burada Büyük ölülerden utanır. "Öldük de kurtulduk Allah'a şükür" Bir ölü arkadaş hep böyle söyler. Bize yanmak bilmem nenize gerek Kendi halinize ağlayın siz diriler... Hem sonra neye ağlarsınız bilmem Elinizle sardınız, elinizle yudunuz. Kıblegaha yönelen kabrimizde Öylesine mesuduz. Bu mektubu size yazdığım için Kızacaklar: -dilin durmaz ki diyecekler Ölürken çenemin unutkanlıktan Bağlanmadığını nereden bilecekler? Hepsinin canı sıkılacak muhakkak Zebaniye deseler olmaz. Hoş işin sonunda ölüm yok ama Yinede korkarlar biraz...” Bâki olan bir tek Allah. Yavuz Bülent Bâkiler bundan sonraki yıllarda daha çok anılacak, anlaşılacak ve üzerine çalışmalar yapılacaktır. Yavuz Bülent Bâkiler’i, Selvinaz Çetinkaya’yı ve tüm geçmişlerimizi rahmetle yâd ediyorum. Mekânları cennet olsun. 2 Ekim 2025 – İstanbul
Ekleme Tarihi: 07 Ekim 2025 -Salı
Recep Garip

YAVUZ BÜLENT BÂKİLER

Gönlüme düşen ateş yaktı dilimi
Ah Türkistan Türkistan, büktün belimi

Üstümüzden bir Eylül rüzgârı esip geçti. Dünürüm Eyüp Çetinkaya’nın hanımı, Cihan Bey oğlumuzun annesi Selvinaz Hanım’ı Hakk’a uğurladık. Birkaç gün geçmemişti ki şair, yazar ve gazeteci Yavuz Bülent Bâkiler’den de ayrılık haberi geldi. Bir gün öncesinde kendisine telefonla ulaşamamıştım. Yoğun bakımda olduğunu öğrenmiş, hastaneye gitmek üzere aramıştım. Sabahleyin vefat haberi geldi. Son görüşmem nasip olmadı.

Yavuz Bülent Bâkiler, 1936 yılında Sivas’ta dünyaya geldi. Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinden göç etmiş bir aileye mensuptur. İlk ve orta öğrenimini Sivas, Gaziantep ve Malatya’da tamamladı. 1960 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. TRT Ankara Radyosu Merkez Program Dairesi Başkanlığı’nda rapor yazıcısı olarak çalışırken çeşitli kültür programları hazırladı ve sundu. 1969-1975 yılları arasında Sivas’ta avukatlık yaptı. 89 yaşında Hakk’a yürüyen Bâkiler’in cenazesi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından, Sivas’taki aile kabristanına defnedilmek üzere yola çıktı. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Kırk yıla varan bir geçmişimiz vardı. Birçok şiir şöleninde şiirler okuduk, kültürden sanata, edebiyattan tarihe düşüncelerimizi paylaştık. Bazen konferanslarda kendisini dinledik. “Yaşayan Hazineler” ve “Kahve Bahane” gibi programlarıma konuk oldu. Kitap fuarlarında, imza günlerinde birlikte bulunduk; şehirlerarası yolculuklar yaptık.

Az önce İstanbul’da bir deprem oldu. Birkaç dakika sonra şair, yazar ve gazeteci kıymetli dostum Ekrem Kaftan arayıp geçmiş olsun dileklerini iletti. Ben de Yavuz Ağabey’le ilgili bir yazı hazırlamakta olduğumu söyledim. Kuşkusuz Ekrem’in de onunla sayısız beraberliği, söyleşisi vardır. Birlikte İstanbul’dan İzmir’e gitmiş, oradan Aydın üzerinden karayoluyla Denizli’deki şiir şölenine katılmıştık. Yavuz Bülent Bâkiler’le yaptığımız bu yolculuklarda nice hatıra, bilgi ve hikmete dair sözler dinlemiştik. Kaftan, Rahmetle andığımız Mehmet Niyazi Ağabey’le olan dostluğunu “Doğunun Ölümsüz Çocuğu” adlı eseriyle taçlandırmıştır. Kim bilir, belki Yavuz Bülent Bâkiler için de bir eser kaleme alır.

Bir yanı Azerbaycan, bir yanı Kahramanmaraş, diğer yanı Sivas olan bir ağabeyi Hakk’a uğurlamanın hüznü elbette yüreğimizde. Ekrem Kaftan üretken bir kalemdir; şiirden denemeye, hikâyeden romana, hayattan hatırata ve gazeteciliğe dair birçok eseri vardır. Böylesi velût kalemlerin kıymetini yaşarken bilmek gerektiğini bir kez daha hatırlatalım. Yavuz Ağabey’le böylesi bir geçmişimiz vardı. Güzel şiir okur, akıcı bir üslupla saatlerce Türk’ün geçmişine, tarihine, kültürüne ve diline dair hassasiyetlerini dile getirirdi. Sahnede uzun konuşmaları sever, anlatması gerekenleri anlatmadan kürsüden inmezdi. Derdi olan, dertli olan bir tefekkür ehliydi.

İki yıl kadar önceydi. Bir gün telefonla aramıştım. Hal hatır sorduktan sonra şöyle demişti:
“Recepcim, dua et de Yavuz abin elindeki iki kitabı bitirme fırsatı bulsun.”
Gönlümdekiler ve ÖtekilerHatırladıklarım ya da Bendeki Akif...”
Sanırım eserler yarım kaldı. Zaten hayatta neyi tamamlayabiliyor ki insan?

Türk kültür ve edebiyatına adanmış ömrü, hepimizin hafızasında derin izler bırakıp gitti. Anadolu’da, Türk coğrafyasında, üniversitelerde, kitap fuarlarında ve televizyonlarda sayısız konuşmalar yaptı. Büyük kalabalıklara köklerimizi hatırlattı, Türkçeyi doğru kullanma hususunda “sözün doğrusu”nu öğütledi. Kültür birikimimizin idrakinde olmamızı istedi. Yavuz Bülent Bâkiler sadece bir şair değil; Türk milletinin tarihine, diline ve kültürel mirasına derin bir hassasiyetle eğilen bir düşünce adamı, yazar ve gazeteciydi. Şiirlerindeki akıcılık, sesindeki gürlük ve Türkçeye olan hayranlığı onu dinleyen herkesi etkilerdi.

Bâkiler, Türk şiirinin gönül sesi ve kültürel mirasımızın savunucularındandır. Edebiyat, düşünce ve şiir yolculuğu; Türkiye’nin zorlu, çalkantılı dönemlerinde, Millî Edebiyat ve Anadolu geleneğinden beslenen, köklerine bağlı, millî ve manevî değerleri merkeze alan bir çizgide, zikzak yapmadan sürüp gitmiştir. Onun sanatını ve düşüncesini anlamak için milliyetçilik ve muhafazakârlık fikirlerinin edebiyat ve kültürdeki yansımalarını kavramak gerekir. Dede Korkut’tan Hoca Ahmet Yesevî’ye, Yunus Emre’den Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye, Mehmet Akif Ersoy’dan Yahya Kemal’e, Necip Fazıl’dan Cemil Meriç’e, Nurettin Topçu’dan Nihal Atsız’a, Arif Nihat Asya’dan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Peyami Safa’dan Osman Yüksel Serdengeçti’ye kadar pek çok ismi topluma hatırlatmaktan geri durmadı.

“Bir Ölünün Mektubu” şiirinde ise şöyle diyordu:

Hazret-i Süleyman’a bile kalmadı dünya
Bütün günahları size bırakıp

Ölmüşüz elhamdülillah.

Kaygımız yok bizim yiyip içmekten yana

Üstümüz, başımız temiz.

Bir şey yediğimiz yok ki zaten

Oruçluyuz hepimiz.

Gün aşırı Kabristana bir ölü getirirler

Kalkıp "hoş geldin" deriz.

Canımız sıkılınca geceleri uzanıp

Akan yıldızları seyrederiz.

Oyuncaksız, salıncaksız küçük ölüler

Yeni arkadaşlar tanır.

Kimse ağlayamaz ki zaten burada

Büyük ölülerden utanır.

"Öldük de kurtulduk Allah'a şükür"

Bir ölü arkadaş hep böyle söyler.

Bize yanmak bilmem nenize gerek

Kendi halinize ağlayın siz diriler...

Hem sonra neye ağlarsınız bilmem

Elinizle sardınız, elinizle yudunuz.

Kıblegaha yönelen kabrimizde

Öylesine mesuduz.

Bu mektubu size yazdığım için

Kızacaklar: -dilin durmaz ki diyecekler

Ölürken çenemin unutkanlıktan

Bağlanmadığını nereden bilecekler?

Hepsinin canı sıkılacak muhakkak

Zebaniye deseler olmaz.

Hoş işin sonunda ölüm yok ama

Yinede korkarlar biraz...”

Bâki olan bir tek Allah. Yavuz Bülent Bâkiler bundan sonraki yıllarda daha çok anılacak, anlaşılacak ve üzerine çalışmalar yapılacaktır. Yavuz Bülent Bâkiler’i, Selvinaz Çetinkaya’yı ve tüm geçmişlerimizi rahmetle yâd ediyorum. Mekânları cennet olsun.

2 Ekim 2025 – İstanbul

Yazıya ifade bırak !

Diğer Yazıları

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.