1980’lerin sonunda Nye tarafından ortaya atılan Yumuşak güç (Soft power) terimi, uluslararası ilişkilerin hızla dönüşen devletlerarası rekabette yeni stratejiler üzerinde etkili olan ve daha fazla önem kazanan bir kavramdır. Gücün yalnızca askeri ve ekonomik araçlarla tanımlandığı klasik dönemlerin aksine, bugün devletlerin etkisi büyük ölçüde diğer devletlerin rızasını, hayranlığını, güvenini ve ilgisini kazanma kapasiteleri üzerinden şekillenmektedir. Gücün doğası, soğuk savaş döneminin sert bloklaşmalarından bu yana yeni düzen inşası ile belirgin bir değişime uğradı. Artık ülkelerin küresel konumunu belirleyen unsurlar, yalnızca askeri harcamalar, nükleer kapasite ya da stratejik madenlere sahip olmak gibi somut göstergeler değildir. Bunun yerine, kültürel yayılma, diplomatik temsilin niteliği, insani yardım politikaları, değerler rejimi, ulusal kimliğin dışarıya yansıması ve uluslararası topluma verilen mesajların tutarlılığı gibi görünmez ama güçlü unsurlar öne çıkmaktadır. Yumuşak gücün doğası tam da burada kendini gösterir: Bu güç türü, zorlamayan, baskı kurmayan, insanların gönüllü olarak etkilenmesini sağlayan bir etki biçimidir.
Bu görünmez stratejik gücün temelinde, bir ülkenin dünyaya ne sunduğu ve nasıl göründüğü yatar. Bir ülkenin sineması, müziği, sanat anlayışı, kültürel gelenekleri, eğitim kurumları, hatta spor başarısı bile başka toplumlarda olumlu bir algı oluşturabilir. Bu algı, o ülkenin dış politikada atacağı adımları daha meşru hâle getirir. Bir ülke ne kadar cazip bir yaşam tarzı sunuyorsa, ne kadar güven veren bir yönetim biçimine sahipse ve ne kadar insani değerlere bağlı bir dış politika yürütüyorsa, yumuşak güç kapasitesi de o kadar yüksek olur. Bunun tam tersine, baskıcı politikalar, hukuksuzluk, uluslararası krizlerde tutarsız davranışlar ve toplumsal çatışmalar bir ülkenin yumuşak gücünü hızla zayıflatır. Bu nedenle yumuşak güç, ülkelerin yalnızca dışa dönük diplomasi çabalarından değil, iç politikalarında ürettikleri değerlerden ve kurumlarının niteliğinden de beslenip etkilenir.
Burada kültür, yumuşak gücün en etkili unsurlarından biridir. Dünya siyasetine yön veren büyük güçler, aynı zamanda kültür üretiminde de merkez konumundadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin Hollywood aracılığıyla tüm dünyaya yayılan film endüstrisi, yalnızca bir eğlence sektörü değil. Amerikan yaşam tarzının, özgürlük anlayışının ve kapitalist sisteminin küresel temsilcisidir. Benzer şekilde Güney Kore’nin K-pop, K-dramalar ve teknoloji markalarıyla oluşturduğu kültürel dalga, milyonlarca insanın zihninde Güney Kore’ye dair olumlu ya da olumsuz algılar doğurmuştur. Bu kültürel çekim, ülkenin uluslararası iş birliklerine ve ekonomik girişimlerine de büyük avantaj sağlamaktadır. Dünyada bir ülkenin kültürü ne kadar yaygın ve etkileyici biçimde dolaşıma girerse, o ülkenin yumuşak güç kapasitesi o kadar güçlenir ve güçlü politikalarla öne çıkar.
Bir diğer önemli unsur ise siyasi değerlerdir. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerler, uluslararası toplumda olumlu bir izlenim bırakır. Bu değerlerin yalnızca söylemde değil, pratikte uygulanması da ülkenin güvenilirliğini artırır. Siyasi meşruiyet ile yumuşak güç arasında güçlü bir ilişki vardır. Bir ülkenin yöneticilerinin uluslararası krizlerde sergilediği tutarlılık, barışçıl çözüm arayışları, diyalog kültürünü öncelemesi ve diplomatik nezaket, ülkenin dış politika söylemini daha inandırıcı hâle getirir. Bu nedenle değerler üzerinden inşa edilen yumuşak güç, özellikle Avrupa Birliği gibi kurumların temel güç kaynağıdır. AB’nin normatif gücü, üye ülkelerin askeri kapasitesinden çok, sundukları değerler evreninden beslenmektedir. Burada, Kopenhag kriterlerini ele alarak, aday ülkelerin demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunması gibi evrensel değerleri güvence altına alan istikrarlı kurumlara sahip olmasını zorunlu kılarak devletlerle yapılacak işbirliğini şekillendirmede ve birliğe alınmada önemli bir nitelik taşımaktadır.
Dış politika davranışları da bir ülkenin yumuşak gücünü şekillendiren kritik bir alandır. Bir devletin kriz zamanlarında nasıl davrandığı, mülteci politikasında ne kadar insan odaklı olduğu, küresel adaletsizliklere karşı nasıl bir tavır aldığı, yardıma ihtiyaç duyan ülkelere gösterdiği destek, uluslararası toplumun gözünde o ülkenin karakterini belirler. Bir ülkenin insani yardım faaliyetleri, diplomatik arabuluculuk girişimleri, barış operasyonlarına katılımı, diğer devletlere karşı gösterdiği saygı ve nezaket, yumuşak güç alanında doğrudan etki yaratır. Bu tür eylemler, askeri yatırımlardan çok daha az maliyetlidir ama etkisi çoğu zaman çok daha uzun süre devam eder.
Artık biliyoruz ki günümüz dünyasında diplomasi yalnızca toplantı salonlarında veya büyükelçilik binalarında yürütülen bir faaliyet olmaktan çıkmıştır. Sosyal medya, dijital kültür, uluslararası medya platformları ve küresel iletişim ağları, ülkelerin imajlarını anlık olarak etkileyebilen araçlara dönüşmüştür. Dijital diplomasi, yumuşak gücün en görünür biçimlerinden biridir. Bir liderin sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamalar, bir ülkenin ulusal gündeminin dış dünyaya yansıma biçimi olarak, dış politikaya taşınması ve bunun dış dünyadaki algıya yansıması birçok ülkede benzer biçimde görülmektedir. Örnek olarak, Türkiye’de mülteci meselesinin iç siyasette belirleyici hale gelmesi, AB ile yürütülen diplomatik pazarlıkları şekillendirmiş ve Ankara’nın insani sorumluluk vurgusu uluslararası medyada geniş yankı uyandırarak ülkenin dış algısını etkilemiştir. Benzer şekilde ABD’de George Floyd olaylarının ulusal ölçekte polis şiddeti tartışmalarını tetiklemesi, Washington’un insan hakları söyleminde küresel bir sorgulamaya yol açmış ve protestolar dünya çapında görünürlük kazanarak ABD’nin normatif liderlik iddiasını zayıflatmıştır. Çin’in COVID-19 kapsamında uyguladığı “sıfır vaka” politikası, iç güvenlik ve kontrol önceliğinin dış politikaya yansıması sonucunda tedarik zincirlerinde küresel kırılmalar yaratmış ve Pekin’in yönetim modeline ilişkin uluslararası değerlendirmeleri yeniden şekillendirmiştir. Birleşik Krallık’ta Brexit sürecinin ulusal gündemde yoğunlaşması ise ülkenin AB ile ilişkilerini köklü biçimde değiştirirken, “egemenlik” söylemi dünya siyasetinde benzer hareketlere ilham vererek küresel düzeyde siyasi ve ekonomik etkiler doğurmuştur. Bunun yanında toplumun dijital ortamdaki görünümü, ulusal ölçekte yaşanan sosyal dönüşümlerin küresel algıya taşınmasında belirleyici bir rol oynamaktadır; nitekim ABD’de #MeToo hareketinin sosyal medyada hızla yayılması, kadınların taciz ve istismar deneyimlerini görünür kılarak hem ülke içinde hukuki ve kültürel tartışmaları derinleştirmiş hem de dünya genelinde benzer kampanyaların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu örnekler uluslararası kamuoyu tarafından hızla tüketilir ve yorumlanır. Bu nedenle dijital çağda devletlerin imaj yönetimi eskisinden çok daha kritik hâle gelmiştir. Bir ülkeden yayılan yanlış bir bilgi, sert bir açıklama veya kriz anında yapılan kötü bir iletişim hamlesi, o ülkenin yumuşak güç kapasitesini anında zayıflatabilir. Bu kırılganlık aynı zamanda yumuşak gücün hassas yapısını da ortaya koyar.
Yumuşak gücün bir diğer önemli yönü, toplumların birbirleriyle kurduğu doğal ve duygusal bağlardır. Bir ülkenin tarihsel rolü, medeniyet birikimi, mimari estetiği, gelenekleri ve insanlarının karakteri bile uluslararası düzeyde bir çekicilik unsuru olabilir. Turizm bu bağlamda yalnızca ekonomik bir sektör değil, yumuşak gücün en etkili araçlarından biridir. Bir ülkeyi ziyaret eden insanların yaşadığı olumlu deneyimler, o ülkenin uluslararası imajını güçlendirir. Bu nedenle turizmin niteliği, insan ilişkilerinin sıcaklığı ve kültürel çeşitliliğin sunumu yumuşak gücün doğal taşıyıcıları hâline gelir. Bir ülke ne kadar misafirperverse, kültürünü ne kadar iyi koruyup tanıtıyorsa, yumuşak güç kapasitesi o kadar genişler.
Ancak yumuşak güç tek başına uluslararası sistemi şekillendirmede yetersizdir. Dünya da güçlü olan devletler genellikle hem sert gücü (hard power) hem de yumuşak gücü ustalıkla harmanlayan ve bunları dengeleyen stratejiler benimser. Sert güç askeri caydırıcılık sağlarken, yumuşak güç uluslararası destek, meşruiyet ve ortaklık zemini yaratır. Bir ülke yalnızca sert güce dayanıyorsa, dünya onu tehlikeli görebilir yalnızca yumuşak güce dayanıyorsa, stratejide zayıf olarak da kabul edilebilir. Bu nedenle akıllı güç (smart power) stratejileri, iki gücün dengeli ve birbirini tamamlayıcı biçimde kullanılmasını hedefler. Günümüzde birçok ülke, dış politika stratejilerini bu denge üzerine kurmaktadır.
Sonucunda bu dengenin oluşmasında stratejik olarak yumuşak güç, modern dünya siyasetinin vazgeçilmez bir unsuru hâline gelmiştir. Küresel rekabet artık yalnızca savaş meydanlarını kapsamıyor. Kültürel alanlarda, dijital platformlarda, diplomatik masalarda ve toplumların kalplerinde yaşanmaktadır. Bir ülkenin dünyadaki yerini belirleyen en önemli unsur, artık ne kadar korkulduğu değil, ne kadar takdir edildiği, ne kadar güven verdiği ve ne kadar ilham kaynağı olduğudur. Yumuşak güç tam da bu nedenle çağımızın yeni güç aracıdır. Bu araç, zorlamayan ama etkileyen, baskı kurmayan ama yönlendiren, görünmez ama derinden iz bırakan bir gücü ifade eder. “Dünya siyasetinde kalıcı iz bırakmak isteyen ülkeler için, yumuşak gücün araçlarına yatırım yapmak geleceğin en stratejik hamlesidir.” demiştir Joseph S. Nye. Ben de bu bağlamda, değerlerin ve kültürel etkilerin güç kadar belirleyici olduğunu unutmayan ülkeler, hem saygınlık kazanır hem de uluslararası işbirliğinde sürdürülebilir avantaj elde eder, diyorum