Ruslar ve Ukraynalılar, Slav kökenli, ortak tarih ve kültürel bağlara sahip iki farklı millettir. Sovyetler Birliği döneminde Ukrayna, bağımsız bir devlet değil, Sovyetler’e bağlı 15 cumhuriyetten biriydi. Sovyetler’in dağılmasının ardından Ukrayna bağımsızlığını güçlendirme çabasına girerken, Rusya ise kaybettiği nüfuz alanlarını yeniden inşa etmeye yöneldi. Bu temel dış politika farklılıkları, ikili ilişkilerde birçok krizin zeminini hazırladı. Özellikle 2014’te Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesiyle birlikte kriz, sadece iki ülkeyi değil, küresel dengeleri etkileyen çok katmanlı bir meseleye dönüştü. Krizin temelinde Rusya ile ABD arasındaki rekabet, Avrasya’da yürütülen jeopolitik mücadele, Ukrayna’nın iç siyasi istikrarsızlığı ve tarihsel gerilimler yer alıyor. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve doğu Ukrayna’daki ayrılıkçı gruplara verdiği destek, Batı’nın sert tepkisini doğurdu. ABD ve Avrupa Birliği, Moskova’ya ekonomik yaptırımlar uygularken, NATO’nun Avrupa’daki önemi yeniden gündeme geldi. Lakin bu yaptırımlar, Rusya’nın Batı’ya meydan okuyan politikalarında bir değişiklik yaratmadı. Aksine, Suriye gibi farklı bölgelerdeki askeri etkinliği artırarak Rusya’nın küresel rekabet sahnesine dönüş yaptığını gösterdi. Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa ile yakın ilişkiler geliştirmeye çalışan Rusya’nın imajı, giderek “Eski Rusya” algısına evirildi. Bu durum, NATO’nun güçlenmesine, Rusya-Almanya ve Rusya-AB ilişkilerinin zayıflamasına neden oldu. Ukrayna ise Doğu ile Batı arasında bir cephe ülkesi haline geldi. Batı tarafından ekonomik ve siyasi destekle Rusya’ya karşı bir denge unsuru olarak görülmeye başlandı.
Dünya, 24 Şubat 2022’de tarihlerinde Rusya-Ukrayna savaşıyla sarsıldı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna’ya karşı savaş ilan etti ve Rus ordusu Kuzey Cephesi (Belarus üzerinden Kiev yönüne), Doğu Cephesi (Donbas bölgesi), Güney Cephesi (Kırım üzerinden Herson ve Mariupol yönüne) üzerinden saldırıya geçti. Savaşın patlak vermesiyle birlikte, Ukrayna’da insani bir kriz derinleşti. Birleşmiş Milletler verilerine göre, 5 milyondan fazla sivil evlerini terk etmek zorunda kaldı. Rus ordusu, savaşın ilk günlerinde hızla başkent Kiev’e yönelerek şehri kuşatma altına aldı. 28 Şubat’ta Belarus’ta, ardından 10 Mart’ta Türkiye’nin diplomatik arabuluculuğuyla Antalya’da gerçekleştirilen barış görüşmeleri, Rusya’nın tavizsiz tutumu nedeniyle sonuçsuz kaldı. Görüşmelerin başarısızlığa uğramasıyla birlikte Kremlin, Kiev’e doğru 64 kilometreyi aşan devasa bir askeri konvoy sevk etti. Bu adım, çatışmanın daha da sertleşeceğinin ve diplomatik çözüm umutlarının giderek azaldığının açık göstergesiydi.
Gerilim aslında 2021’in sonlarında belirginleşmeye başlamıştı. Rusya, Ukrayna sınırına büyük miktarda asker ve ağır silah yığarken sahra hastaneleri kurarak kapsamlı bir harekâtın altyapısını hazırlıyordu. Kremlin bu yığınağı “askeri tatbikat” olarak nitelendirse de, uluslararası toplum bu açıklamalara kuşkuyla yaklaştı. 20 Şubat 2022’de Rusya, Donetsk ve Luhansk’ı bağımsız devletler olarak tanıyarak Donbas’taki ayrılıkçı unsurlara açık destek verdi. Dört gün sonra, 24 Şubat sabahı Rusya geniş çaplı işgali başlattı. Bu gelişmeler yalnızca Ukrayna’yı değil, Moldova, Gürcistan ve Baltık ülkeleri gibi eski Sovyet coğrafyalarını da alarma geçirdi. Artık mesele yalnızca toprak kazanımı değil; Moskova’nın yeniden etki alanı inşa etme girişimiydi. Soğuk Savaş sonrası kurulan güvenlik mimarisi büyük sarsıntı yaşadı. Ukrayna açısından asıl kırılma noktası, 1994 Budapeşte Memorandumu oldu. Nükleer silahlarından feragat eden Kiev yönetimi, Rusya başta olmak üzere Batılı devletlerden güvenlik garantisi almıştı. Ancak bu taahhütler, Rus saldırganlığı karşısında kâğıt üzerinde kaldı. Ukrayna, o güvenin bedelini işgal, yıkım ve milyonlarca sivilin acısıyla ödedi. Batı, Kiev’e ekonomik ve askeri yardım gönderdi ancak doğrudan müdahaleden kaçındı. Bu da Ukrayna’yı askeri anlamda yalnız bıraktı. Buna karşın, Ukrayna halkı büyük bir direniş göstererek savaşın sadece silahla değil, halkın iradesiyle de sürdürüldüğünü gösterdi.
Savaş, NATO için de bir dönüm noktası oldu. Uzun süredir işlevsiz olduğu tartışılan İttifak, Rusya’nın saldırısı sonrası yeniden bir tehdit tanımı yaptı. NATO, doğu kanadını tahkim ederek kolektif savunmayı güçlendirdi. Polonya, Romanya ve Baltık ülkelerine askerî yığınaklar yapıldı. Putin’in hamlesi, NATO’nun doğuya doğru genişleme sürecini hızlandırmakla kalmadı, aynı zamanda ittifaka yeni bir meşruiyet alanı kazandırdı.
Avrupa açısından bu savaş, enerji güvenliği tartışmalarını da gündeme taşıdı. Rus doğalgazına bağımlı olan Almanya ve birçok Avrupa ülkesi, enerji politikalarını yeniden şekillendirme yoluna gitti. Alternatif kaynaklara yönelim, enerji arz güvenliğinin stratejik önceliğe dönüşmesine neden oldu.
Türkiye ise savaşın başından bu yana dengeli bir diplomasi yürüttü. Hem Rusya hem Ukrayna ile diplomatik temaslarını sürdüren Ankara, barış masasının kurulmasına öncülük etti. Antalya’daki müzakere toplantısı, bu çabanın en somut örneklerinden biri oldu. Türkiye, Karadeniz’de istikrarın bozulmaması ve mülteci krizinin büyümemesi adına çok yönlü bir dış politika izledi.
Öte yandan, Çin’in pozisyonu da dikkatle izlendi. Pekin, açıkça Rusya’yı kınamasa da işgalin başından bu yana Batı yaptırımlarına katılmadı. Bu tavır, Çin’in uluslararası sisteme alternatif bir düzen inşa etme amacının sessiz bir yansıması olarak yorumlandı. Çin, bu kriz üzerinden hem Batı’nın bölgesel etkisini test etti hem de Tayvan meselesi için stratejik çıkarımlar yaptı.
Bu savaşın bir diğer çarpıcı boyutu ise uluslararası hukukun zayıflığı oldu. BM Güvenlik Konseyi, daimi üyeler arasındaki çıkar çatışmaları nedeniyle etkisiz kaldı. Bu durum, savaşlar ve işgaller karşısında uluslararası kurumların caydırıcılığının ne denli azaldığını bir kez daha gözler önüne serdi. Ukrayna Savaşı artık yalnızca bir coğrafi çatışma değil, aynı zamanda ideolojik ve küresel bir hesaplaşmanın adı. Demokrasi ile otoriterlik, Batı ile Avrasya, hukukla güç arasındaki fay hatları burada derinleşiyor. Bugün Kiev’de yaşananlar, yeni bir dünya düzeninin inşasının sancıları olarak da okunabilir. Bu düzenin nasıl şekilleneceği, yalnızca cephedeki askeri dengelerle değil, diplomasinin gücü ve küresel toplumun ortak aklıyla belirlenecek.
Peki, Ukrayna neden bu kadar önemli? Çünkü bu ülke, sıradan bir sınır devleti değil. Doğu ile Batı arasında köprü olan, Münhasır ekonomik bölgeye sahip, enerji hatlarının ve lojistik ağların geçtiği stratejik bir noktada yer alıyor. Jeopolitik önemi kadar tarım, enerji ve maden kaynaklarıyla da dikkat çeken Ukrayna, aynı zamanda Avrupa güvenlik mimarisinin de anahtarı konumunda. Bugün Kiev’de yaşananlar sadece bir savaş değil küresel güçlerin, bloklar arası dengelerin ve uluslararası hukuk düzeninin yeniden sınandığı bir dönüm noktasıdır. Bu kriz, yeni bir dünya düzeninin sancılarını doğururken, bölgesel çatışmaların artık dünya barışı için ne denli büyük tehditler içerdiğini de gözler önüne seriyor.
Aynı zamanda bu kriz, Avrasya coğrafyasında da önemli etkiler doğurmuş, Rusya, işgal ve baskı politikalarıyla yalnızca Kırım’ı kazanmakla kalmamış Karadeniz’deki gücünü pekiştirerek enerji hatları üzerindeki kontrolünü artırmıştır. Fakat Moskova’nın emelleri bu kazanımlarla sınırlı değildir. Ukrayna’yı Batı’dan koparıp kendi etki alanına çekebilirse, Baltık’tan Hazar’a kadar uzanan Avrasya hattında Rus liderliği yeniden tesis edilebilecektir. Ancak tüm bu stratejik hamlelerin yanında, Moskova’nın beklediği politik sonuçlar her zaman karşılık bulmamıştır. Gürcistan ve Azerbaycan gibi daha önce Rusya’nın sert politikalarıyla karşılaşmış ülkeler, Moskova’ya daha fazla yaklaşmak yerine Batı eksenli dış politikalarını sürdürmüşlerdir. Aynı şekilde Ukrayna toplumunda da işgal sonrası Rusya karşıtlığı ciddi biçimde artmış Batı’ya yönelim daha da güçlenmiştir. Bu bağlamda, Rusya kısa vadede bazı toprakları kazanmış olsa da Ukrayna’yı, dolayısıyla bölgesel meşruiyetini ve stratejik güvenilirliğini kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Ukrayna krizi yalnızca coğrafi bir çatışma değil, aynı zamanda ideolojik, ekonomik ve siyasi kutuplaşmanın yeniden yükselişidir. Doğu ile Batı arasındaki yeni sınır çizgisi Ukrayna-Gürcistan hattından geçerken, bu sınır sadece haritalarda değil, aynı zamanda uluslararası ilişkiler paradigmasında da derin izler bırakmaktadır.