Toplumumuzun kültür ve gönül dünyasında derin izler bırakmış bazı kavramlar vardır. Bugün insan onurunu, insaniyet kimliğini ve kişiliğini muhafaza etmeye gayret ettiğimiz zorlu bir dönemden geçtiğimiz ise apaçık ortadadır. Milletçe nice badirelerden, imtihanlardan geçtik, hâlâ da geçmeye devam ediyoruz.
Günün telaşı içerisinde şehadet ettiğimiz bir hadiseyi müsaadeleriniz ile aktarmak isterim. Bir telefon gelir, bu arama deprem bölgesinden bir kardeşimizin yurt ihtiyacını dile getirir. Bu ihtiyacın nasibinin bir kısmı Almanya’dan gurbetçi abilerimizden, bir kısmı Ankara’dan, bir kısmı, Malatya’dan oradan buradan derken karşılık bulur, elhamdülillah bir gönül ferahlar, bir gönülle birlikte toplumsal melekeler de ferahlar. Fakat mesele burada bitmez. Çünkü her görünen ihtiyacın arkasında, nice görünmeyen ihtiyaçlar, nice umutlar, nice zorluklar saklıdır.
Aslında bu küçük hadise, denizde bir damla mesabesinde sadece bir örnektir. O damla bize gösterir ki toplumumuzda sessizce bekleyen sayısız imdat çağrısı vardır. Bir kişi için yapılan bir iyilik, aslında görünmeyen yüzlerce hikâyenin işaretidir.
Bu bize şunu hatırlatır: İnsanın imtihanı yalnızca kendi yükünü taşımak değildir. Asıl imtihan, başkalarının yükünü hafifletebilmektir. Bir gönüle dokunmak, yalnızca bir kişiyi değil; onun ailesini, çevresini ve geleceğini de umutla besler.
Belki de bize ulaşan bu tür çağrılar, sadece bir ihtiyaç bildirisi değil; aynı zamanda “vicdanlarımızı diri tutan” bir uyarıdır. Çünkü herkesin kendi derdine kapıldığı bir dünyada, başkalarının derdini fark edebilmek; elimizden geleni yapabilmek, insan olmanın en değerli tarafıdır.
Unutulmamalıdır ki her iyilik, başka bir iyiliğin kapısını aralar. Küçücük bir gayret, büyük bir teselliye dönüşür. Bizlere düşen ise, denizde bir damla olsak bile o damlayı eksik etmemektir. Çünkü damlalar birleşince rahmet olur, umut olur, yarın olur.
Asıl dikkat çekmek istediğim mesele, inançlı insanların bir arada olduğu toplumlarda bile “hatır, fedakârlık ve saygı” kavramlarının ne kadar göz ardı edildiğidir. Oysa biz, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu mayasında taşıyan bir milletiz. Allah’a hamd olsun ki hâlâ toplumumuzun içinde gizli iyilik kahramanları, görünmeyen melekleri var. Onlar ki kazandığını paylaşan, paylaştıkça mutlu olan, mutlu ettikçe huzur bulan insanlardır.
Dün dinlediğim bir sohbette hocamız şöyle diyordu:
“Gelene git deme, isteyene yok deme, çağırana erinme. Ne yapacağına sen karar ver; ama Allah için yaptığını düşün ve kimseyi geri çevirme.”
Bu öğüt bana çok dokundu. Çünkü az ya da çok, hepimizin hayatında karşılaştığı bir hakikati dile getiriyordu. İşte bu nedenle, bu hafta kaleme aldığım her satırı toplumda fedakârlıktan geri durmayan insanlara armağan ediyorum. Eğer şu an bu satırları okuyorsanız, ricamdır, fedakâr gönül insanlarının kıymetini bilin, hatırlarını sayın. İnsana ve insanlığa değer verene selam durun.
Bakınız meseleyi Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri’ne atfedilen şu beyit ne güzel ifade ediyor:
“Arzuhal ister mi eltafın kabul-i hacete
Mukteza-yı himmetin muhtac-ı istid’a mıdır”
(Avnî – Sultan II. Mehmed, Fatih)
Yani:
“Lütfedip ihtiyacımı karşılaman için dilekçe mi gerekirmiş? Yüce iradenin tecelli etmesi bir dilekçeye mi muhtaçtır? İnsana verilen cömertlik hasleti sayesinde, ben söylemeden de ihtiyacımı anlayabilir ve isteğimi karşılayabilirsin. Bunları yapman için benim arzuhalime ihtiyacın olmaması gerekir.”
Ecdadımızın ve milletimizin en hassas olduğu konulardan biri muhtaçlara yardımdı. Bugün geldiğimiz noktada ise nice yardım kuruluşlarının önünde dilekçe kuyrukları yok mudur?
Ve asıl soruyu sormak gerekmez mi:
Özümüzü özlediğimiz saklı tutulan bir hakikat değil midir?
Sahi, güven nedir?
Nerededir?
Evet, bu satırları okurken düşünmek ve idrak etmek amacıyla sorulmuş soruları nefislerimizle müteala edebilme kabiliyetimizin olduğunu hissetmek ne güzeldir.
Hâlâ aramızda görünmeyen kahramanlar, gizli iyilik melekleri var bunu bilmek ne güzeldir.
Onlar ki paylaştıkça eksilmeyen, aksine çoğalan bir bereketin şahidi oluyorlar. Toplumumuzun asıl gücü de işte bu fedakâr insanların sessiz gayretlerinden besleniyor. Ancak şunu bilmeliyiz ki güven, sadece onların omuzlarına yüklenemez; hepimizin yüreğinde yeşermeli, dilinde yer bulmalı, hayatında karşılık görmelidir.
Bugün belki küçük bir tebessüm, yarın gönülden bir selam, öbür gün ihtiyaç sahibine uzanan bir el… Bunların hepsi güvenin yeniden inşasıdır. Çünkü fedakârlık; sadece verenin değil, görenin de kalbini güzelleştirir.
Satırlarıma son verirken, bu satırları kaleme alma noktasında şehadet ettiğimiz olaya destek verenlerin isimlerini zikretmeden de olsa teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Yeryüzünün fedakâr iyilik meleklerine selâm olsun… Almanya’dan, Ankara’dan ve Malatya’dan uzanan gönül köprülerine, güzel insanlara selâm olsun. Duaların en güzelleri onlarla olsun.
Şimdi kendimize sormanın vaktidir:
Toplumun fedakâr neferlerini sadece alkışlamakla mı yetineceğiz, yoksa biz de onların arasına katılıp güvenin ve iyiliğin bayrağını taşımaya talip olacak mıyız?
01.10.2025- Ankara