Bazı duygular vardır; içinde hırçınca akan bir nehir gibidir bazen, delicesine esen bir rüzgârdır bazen, boyunu değil dağları aşarcasına bir dalgadır. Anlatamazsın ama için için yaşarsın. Kimi zaman karşında olanın veya olanların anlamasını istersin ama yaşadığını anlatamayınca kalakalırsın sessiz ve kimsesiz. Bugün kalemimin mürekkebini ve zihnimin yol haritasını, duygularını ve heyecanlarını kendi iç dünyasına hapsedenlerin özgürlüğüne adıyorum.
Hani şair diyor ya;
Yol onun.
Varlık onun.
Gerisi hep angarya…
İnsan, insanla eştir ama eşit değildir. Duyguları ile yaşayışı ile ufku ve hayalleri ile her insan kendinden beriye bir şeyler koyar. Mesela insana münhasır olan bir duygu vardır: çekinmek!
Nedir ki bu çekinmek?
Ayıplanma korkusu mu desek?
Mahcubiyet dürtüsü mü?
Yoksa varlık içinde yokluk hissi mi?
Çoğu insan güzel düşünür, çünkü Allah insanı en güzel şekilde yaratmıştır ve en güzel meziyetlerle donatmıştır.
Eee, o zaman neden kötülük var?
Neden güzel düşünceler hep gölgede?
İşte tam burada mürekkebim dönüp bana iki sihirli kelime diyor:
Cesaret ve Heyecan.
Bu, insanı kendine getiren; diğer bir deyişle özüne döndüren iki kelime…
Ne demek peki?
Ne kasıtla yazdı acaba diye düşündüğünüzü hisseder bir durumda ifade etmek istiyorum:
Cesaret; bir insanın yapacağı her işte yaşayacağı olumlu–olumsuz her şeyi göze alabilmek kabiliyetidir. Bizim literatürümüzdeki tanımıyla ilahi rızaya talip olan, fayda–zarar hesabı olmayan bir inancın temsiliyetidir.
Heyecan; zikredildiği anda insanı ayak başparmaklarından saçlarının en ucundaki tele kadar titreten ve bir yanardağ magmasına atılan bir taş gibi insanı hareketlendiren bir kavramdır.
Bir insan inancı ile kimlik sahibi olur ve sahip olduğu kimliğin karakter sayısı adedince kişilik kazanır.
Bu, insanın kimlik ve kişilik inşası olan CV’sidir. Bu CV, önce bir şeyleri başarmak veya tecrübe etmekle başlamaz!
Bu CV öyle bir şeydir ki; önce inancına sarılmak, ilahi rıza için yapılacak her işte heyecan duymak ve işin icrası için cesaret göstermek, istikamet üzere olmak ile güçlenir ve gözde bir hale gelir.
Şimdi diyorsunuz ki: “Hocam, bu kadar yazı neden?”
Değerli dostlar, elbette bu satırları okuma zahmetini gösteren her büyüğümüz, dostumuz ve kardeşimiz “Cesaret – Heyecan” nedir, bizden daha iyi bilir. Ama duygularını satırlarına nakşetmek isteyen bir kardeşiniz olarak üç önemli hususu zikretmek suretiyle yazımı noktalayacağım:
- Okullarda eğitim veren hocalarımızın, öğretmenlerimizin mesleki heyecan ve gelecek yüzyıla şairinde ifade ettiği Tohum saç bitmezse toprak utansın duygu ve düşüncesi ile tohumlar ekme cesaretini kendi iç dünyalarında fersah fersah yaşamadan,
- STK’larda gece gündüz demeden koşturan, yürekleri dağlar kadar büyük olan kıymetli gönül erlerinin, işin resmini, videosunu, katılım seviyesini vs. çekmeden işin etki alanını ve gönüllerde bıraktığı izleri tatbik etmeden
- Toplumsal hezeyanlarımızı, sosyal kimlik arayışlarımızı, dünyaya meyillenişlerimizi ve ahiretten dünya uğruna vazgeçişlerimizi nihayete erdirmeden…
Şimdi devran değişti; “Ebâbiller geliyor” diyemeyeceğiz !
Bunu söyleyebilmek ve İbrahim bahçesinden taze güller toplamak için,
Hilal’in gölgesinin tüm dünyayı çevrelediği âlemde nizamın hâkim olduğuna şehadet etmek için,
Cesaret ve heyecanımızı daima diri tutarak yeni ve adil bir dünyanın gayret ve heyecanını yüreklerimizin en ücra köşelerine kadar hissedebileceğimiz bir geleceğin hayalinde sabır, cesaret ve heyecan ile buluşmak dileğiyle…
17.09.2025 / Ankara