Toplumların Manevi Çöküşü ve Adaletin Zayıflaması
Toplumlar, tarih boyunca ahlaki ve manevi düşüşlerin pençesine düşmüş, bazen buhrana sürüklenmiş, bazen de yeniden diriliş yollarını aramıştır. Ancak bir milletin ruhunu kemiren en büyük tehlike, sadece maddi değil, manevi değerlerin de çökmesiyle ortaya çıkar. Çürüme, insanın ve toplumun vicdanını kaybettiği, hak ile batılın birbirine karıştığı bir durumdur. Tıpkı bir ağacın özünü kemiren kurtçuğa benzer. İçten içe süren bu kemirme süreci, ne kadar sürdüğünün bir önemi olmaksızın, nihayetinde koca bir ağacın sararıp solmasına, günün birinde çürüyüp yıkılmasına sebep olur. Çürüme böylesi bir tehlikedir. Böyle bir atmosferde bireyler, ahlaki değerleri terk eder, çıkarcılık ve menfaatperestlik yaygınlaşır. Toplum dayanışması zayıflar, adalet duygusu bozulur ve insanların birbirine güveni kaybolur. Oysa toplumları, aileleri, devletleri ayakta tutan, toplumu birbirine bağlayan kuralların yazılı olanlarından ziyade, inanç ve ahlak merkezli olanlarıdır. Geleneğin metni olmaz; geleneği sulayan, asırlar boyu süregelen inanç, iman, teslimiyet, ahlak ve tarihtir.
Ahlaki Değerlerin Yozlaşmasının Toplumsal Sonuçları
Bu beraberlik unsurları zayıfladığında, adalet terazisi yanlış tartmaya başlar. Güven kaybolur ve ahlaksızlık toplumun her alanını sarar. Bu noktada insanlık, ruhsuz bir bedene dönüşür. Hâlbuki insanoğlu, ruhuyla anlam bulur ve maneviyatıyla yükselir. Tarihin her döneminde fitne, fesat, kendini beğenme, gurur ve kibir gibi unsurlar çürümeyi hızlandıran etkenler olmuştur. Medeniyetlerin yükselişini ve çöküşünü belirleyen en temel faktörlerden biri, güven ve adalet duygusunun sarsılmasıdır. İnsanların düşüncesini, inancını ve tefekkürünü iptal eden fısk ve vesvese devreye girdiğinde, ahlaki değerler hızla erozyona uğrar. Bir diğer önemli unsur ise, dinin getirdiği kuralların yerine başka kuralların benimsenmesidir. Bu, ahlakın yozlaşmasına, çökmesine ve adaletin sapmasına neden olur. Üçüncü bir etken ise, cemiyetin geleneksel denetleme mekanizmalarının yerini büyük iş merkezlerinin, yani AVM’lerin almış olmasıdır. Mahallelerdeki sosyal denetleyici unsurlar ortadan kalkmış, her şeyin rahatlıkla yapılabildiği yeni meydanlar oluşmuştur. Bu, özün kemirildiğinin açık bir göstergesidir.
Manevi Diriliş ve Adaletin Yeniden Tesisi
Yeniden öze dönmek, adaleti sağlamak ve ahlakı dinin menşeine oturtmakla mümkündür. Aksi takdirde, çözülmenin önü alınamaz ve sonunda dövecek insanın kendi dizi bile kalmaz. Tarih, bu gerçeğin sayısız örneğiyle doludur. Roma İmparatorluğu, adaletin yerini zulmün almasıyla; Endülüs, birlik ve beraberliğin kaybolmasıyla; Osmanlı ise liyakat sisteminin bozulmasıyla zayıflamıştır. Erdemli vasıfların etkisini kaybetmesiyle, çözülmeler kaçınılmaz olmuştur. Bu tarihi süreçler, bütün medeniyetler için ibret tablolarıdır. Bir millet, manevi ve ahlaki değerlerinden uzaklaştığında, köklerinden kopmuş bir ağaç gibi devrilmeye mahkûmdur. Bunu anlamayan toplumlar, zamanla yozlaşır ve yok olmaya yüz tutar.
Günümüzde çözülme, dağılma ve bireyselleşme olarak da ifade edilebilen çürümüşlük, yalnızca belirli bir coğrafyayla sınırlı kalmayıp küresel bir sorun hâline gelmiştir. Modern toplumlar, hızlı tüketim anlayışı ve bireyselleşme eğilimi ile ahlaki yozlaşmanın eşiğine gelmiştir. Toplum ahlakı, insan hayatının tamamını kapsar. Resûlullah Hz. Muhammed Mustafa (sav) şöyle buyurmuştur: “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Müsned). Nisâ Sûresi 48. ayette ise şöyle buyrulur: “Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz. Ondan başka günahları ise dilediği kimse için bağışlar.”
Ahlak ve Manevi Değerlerin Önemi
Müminlerin annesi Hz. Âişe (Radıyallâhu Anhâ) validemize, Peygamber Efendimizin ahlâkı sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Siz Kur’ân-ı Kerim’i hiç okumadınız mı? Resûlullah’ın ahlâkı Kur’an’dı.” İsrâ Sûresi 37. ayette Rabbimiz, yeryüzünde yürüyüşümüze dikkat etmemiz gerektiğini şöyle bildiriyor: “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen asla yeri delemez ve boyca dağlara erişemezsin.” Ahlâkı güzel olan insanlar, tevazu içinde yaşar, giyinir ve yürürler. Onlar böbürlenmez, kibirlenmez; bilirler ki en kötü haslet, gurur ve kibirdir. Manevi değerlerin ikinci plana atılması, aile yapısının zedelenmesine ve güvensiz bir toplumun oluşmasına sebep olmaktadır. Aileler çözülmekte, bireyler yanlış yollara sürüklenmekte, tedavi merkezleri ise iflas etmektedir. Çünkü manevi hastalıkların tedavisi yalnızca maddi yöntemlerle mümkün değildir. Ruhun gıdası zikir ve tefekkürdür.
Teknolojik Devrim ve Ahlaki Çözülme
Teknolojinin sunduğu imkânlarla birlikte bilginin hızla yayılması, insanın öğrenme sürecini kolaylaştırsa da, doğru kaynaklardan bilgi edinilmediğinde nefsin ve şeytanın tuzaklarına düşülmekte ve insanlık, önü alınamaz uçurumlara doğru sürüklenmektedir. Ahlaki değerlerin yozlaşması, toplumda adalet, merhamet ve vicdan gibi kavramların zayıflamasına neden olmaktadır. Devletin en güçlü dinamiği, birlik ve beraberlik ruhunu besleyen ahlâk, din, iman ve itikattır. Eğer bu değerler ortadan kaldırılmaya çalışılırsa, ne vatan, ne bayrak, ne devlet ne de din ve iman meselesi kalır. İnsanlık tarihi, böylesi kırılmaları gösteren sayısız örneğe sahiptir. Ancak tarih, her ne kadar yozlaşma ve çöküşü göstermekteyse de, yeniden dirilişin de mümkün olduğunu bizlere bildirmektedir.
Diriliş ve Hilâfet Kavramı
Diriliş, vahiyledir. Allah (cc), insanlığı hidayete erdirmek için sayısız resuller ve nebiler göndermiştir. Son peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselâm’a tabi olanlar da bu yolu devam ettirmiştir. Bakara Sûresi 30. ayette bu duruma şöyle işaret ediliyor: “Hani Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Onlar, ‘Biz seni övgüyle tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?’ dediler. Allah, ‘Şüphe yok ki ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ buyurdu.”
Meleklerden farklı olarak insanoğlu, hilâfeti gerçekleştirecek bir fıtratta ve kabiliyette yaratılmıştır. İslam'ın fıtrat dini olmasının nedeni de budur. Rabbimiz, bu durumu meleklerin şahsında insanoğluna da bildirerek onun şuuruna yerleştirmiştir. A’râf Sûresi 69. ayette şöyle buyrulur: “Sizi uyarmak için, içinizden bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir zikir (vahiy) gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O, sizi Nûh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan güçlü kıldı. O hâlde Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.” Yûnus Sûresi 14. ayette de şöyle buyrulmaktadır: “Nasıl davranacağınızı görelim diye, yeryüzünde sizi onlardan sonra onların yerine getirdik.” Neml Sûresi 62. ayette ise: “Peki, darda kalan kendisine yalvardığında imdadına yetişen, sıkıntısını gideren ve sizi yeryüzünün yöneticileri yapan kim? Allah’tan başka bir ilâh mı? Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!” Bu ayetler, hilâfet görevinin sadece Hz. Âdem’e mahsus olmadığını, tüm insanlık için geçerli olduğunu açıkça göstermektedir.
Hilâfet ve Toplumsal Adalet
Hilâfet kavramı, son peygamber Hz. Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in vefatıyla gündeme gelmiştir. Siyasi anlamda kullanılan halife ve hilâfet meselesi, zamanla kurumsallaşmış ve Nisa Sûresi 59. ayette bahsedilen “Ulü’l-emr” olarak nitelendirilmiştir: “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ulul-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.” Hz. Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh), devlet başkanlığı bakımından Resûlullah’ın yerini aldığı için kendisine “Resûlullah’ın Halifesi” denilmiş, Hz. Ömer (Radıyallâhu Anh) için ise “Resûlullah’ın halifesinin halifesi” ifadesi kullanılmıştır. Daha sonraki dönemlerde sadece “Halife” kelimesiyle yetinilmiş ve “Emîrü’l-mü’minîn” (Müminlerin İmamı-Halifesi) unvanı kullanılmaya başlanmıştır.
Ahlaki Diriliş ve Toplumsal Yapı
Ahlak ve manevi diriliş medeniyet inşa ettirir. Manevi değerlere sahip çıkmak, ahlaki prensiplere bağlı kalmak, adaletle hükmetmek, teraziyi sırat bilmek ve toplumsal dayanışmayı yeniden inşa etmek Kur’an ve sünnete dönmekle mümkündür. Ehlisünnet denildiğinde Kur’an ve sünnete tabi olanlar kast edilmektedir. Bölünmeden, parçalanmadan, çürümeden, fısktan ve fücurdan ancak böyle kurtulunabilir vesselam.
2 Mayıs 2025 – İstanbul.