Günümüz dünyasında bireyin kimliği, değerleri ve davranış biçimleri çok yönlü bir dönüşüm yaşamaktadır. Bu dönüşümün merkezinde ise aile kurumu yer almaktadır. Aile, toplum yapısının en temel taşı olmakla birlikte, ferdin kişilik gelişiminde de ilk ve en etkili eğitim ortamıdır. Ancak son yıllarda, hızlı modernleşme, sekülerleşme, tüketim kültürü ve medya etkisiyle aile yapısında ciddi bir çözülme gözlemlenmektedir. Bu çözülme en çok da anne-baba kimliği üzerinde kendini göstermektedir. Bu bağlamda, bir çocuğun ruhsal gelişiminden ahlaki donanımına kadar uzanan çizgide anne-baba sorumluluğu her zamankinden daha önemli hâle gelmiştir. Ancak ne yazık ki, çağdaş toplumlarda birçok anne ve baba, biyolojik ebeveynliğin ötesine geçememekte, çocuklarına maddi imkânlar sunmanın sorumluluklarını yerine getirmek için yeterli olduğunu zannetmektedir. Oysa anne-baba olmak, yalnızca çocukların dünyaya gelmelerine vesile olmak değil; onları dinin, imanın, inancın, hakikatin, adaletin, merhametin, ahlakın, vatanın ve bayrağın ışığında yetiştirme mesuliyetini de üstlenmek demektir.
Modern toplumlarda en temel sorunlardan biri, anne-baba kavramının içinin boşaltılmış olmasıdır. Günümüzde birçok birey, anneliği ya da babalığı sadece çocukla aynı evi paylaşmak, onun fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak ya da dış dünyaya karşı “çocuğum var” demekle sınırlamaktadır. Bu anlayış, çocuk eğitiminde derin bir boşluk oluşturmakta ve bir neslin yönsüz, savrulmuş, maneviyat yoksunu yetişmesine sebep olmaktadır. Giderek aile birliğinden kopmaya başlayan çocukların, bir bilinmezlik zırhına büründüklerini, çeşitli olaylar nedeniyle caddelerde pervasızlık yaptıklarını, aklı kullanma yerine o anki haleti ruhiye içinde ne yaptıklarını bilmeyen bireylere dönüşmektedir. Aile kurumu olmaktan giderek uzaklaşmaktadır. Türk ailesinin büyük aileden müteşekkil yapısını hızla zafiyete uğratıldığı göz ardı edilemiyor.
Anne-baba olmak, doğan çocuğun yeme-içme, giyinme ve barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamaktan çok daha öte, onunla birlikte yol yürümektir. Anne-baba olmak, çocuğuna sadece maddi miras bırakmak değil; ahlaki bir duruş, şahsiyetli bir kimlik, Allah’tan korkmayı bilen bir kalp bırakmaktır. Yaşadığı toplumun değerleriyle beslenmeleri demektir. Ne acıdır ki, günümüzde birçok çocuk, kendi anne ve babasının yüzünü ekranlardan görecek hâle gelmiştir. Aynı çatı altında olsalar da ruhları farklı iklimlerde gezinmekte, aynı sofrayı paylaşsalar da kalpler birbirinden uzak kalmaktadır. Aile içi sohbetlerin giderek bittiği bir süreçte teknolojinin tutsakları haline dönüşen her birey birbirinden uzaklaşmaktadır. Oysa çocuklar, sevgiyle kuşatılmış bir ortamda, anne-babanın gözlerinin içine bakarak büyümek isterler. Onlar, oyun oynarken bile annenin sesini duymak, babanın dokunuşunu hissetmek isterler. Bir çocuğun dünyasında en derin iz, anne-babanın varlığıyla oluşur. Annesini gülerken, babasını dua ederken gören bir çocuk, hayata karşı daha dirençli, daha umutlu, daha merhametli olur. Aksi hâlde ise duygusal yoksunluk yaşayan, sevgiyi dış dünyada arayan, değersizlik hissiyle baş başa kalan bir nesil yetişir.
Günümüzde çokça karşılaşılan bir başka tehlike de, çocuklara çizilen hedeflerin yalnızca dünyevi başarılar ekseninde olmasıdır. Okul başarısı, kariyer, mevki, maddi refah gibi kavramlar, ebeveynlerin en büyük endişeleri hâline gelmiştir. Oysa bu hedeflerin ardında çocuğun ahlaki gelişimi, manevi olgunluğu, adalet duygusu ya da vicdan eğitimi çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Burada hatırlatmakta yarar vardır: aile içindeki büyüklerin davranışları, üslupları, giyim ve kuşamları, gelenekle olan bağları, dine olan yaklaşımları, ezan okunduğunda derlenip toparlanmaları, sofraya oturulduğunda bismillah, kalkarken elhamdülillah denilmesi gibi hususiyetler yaşayarak aktarılan hususiyetlerdir. Bu türden dokunuşlar öğretmek için değil yaşarken, oturup kalkarken, giyinip kuşanırken, eve girerken dışarı çıkarken yapılan davranışları çocuklar aile bireylerinde-büyüklerinde görmek suretiyle hayatların kazandırılmış kıymetlerdir. Asıl başarı; çocuğun doğruyla yanlışı ayırt edebilmesi, haksızlığa karşı çıkabilmesi, helal ile haramın farkını bilmesi, zayıfı koruyup zalime karşı dik durabilmesi aile büyüklerinden almaları gereken hususiyetlerdir.
Modern çağın dijital ve seküler kuşatması altında ebeveynlik, her zamankinden daha büyük bir mücadeleyi gerektirmektedir. Ebeveynin rolü, yalnızca dış tehditlerden korumak değil; içeride, yani evin içinde çocukla derin bağlar kurmak, onunla konuşmak, onu anlamaya çalışmak, sevgiyi ve güveni hissettirmektir. Çünkü sevgisiz büyüyen bir çocuk, yaralı bir yetişkin olur. Ailesinden değer görmemiş bir çocuk, dış dünyada kimlik arayışına girer; ya bastırılmış öfkesini bir yerlere yöneltir ya da aidiyetini bulamadığı bir dünyada kaybolur.
Bir çocuğun Allah’tan korkmasını, kuldan utanmasını, emanete riayet etmesini isteyen bir ebeveyn, önce kendi hayatında bu ilkeleri yaşatmalıdır. Çünkü çocuklar, söylenene değil; görülene inanırlar. Babasının yalan söylediğini gören bir çocuk, doğru sözün anlamını kavrayamaz. Annesinin kul hakkı gözetmediğini gören bir çocuk, adaletin ne olduğunu öğrenemez. Aile içinde dikkat edilmeden kullanılan üsluplar, kişiler hakkındaki tahliller ya da dedikodu cinsi konuşmalar çocukların geleceğine yanlış tohumların ekilmesine sebep olur. Ailenin içinde yaşanan her hâl, çocuğun karakter harcına birer tuğla gibi yerleşir. Ne var canım herkes yapıyor, herkes böyle giyiniyor diyerek örnek olunamaz. Kendiniz için tercih ettiklerinizi çocuklarınız içinde tercih etmelisiniz. Tercih etmediklerinizi çocuklarını için de tercih etmemelisiniz.
Ne yazık ki, günümüzde bazı anne-babalar, çocuklarının küçük yaşta yaşadığı ruhsal çöküntüleri “ergenlik”, “çağın gereği” ya da “oyun bağımlılığı” gibi kavramlarla geçiştirmekte, meseleyi çözmek yerine üstünü örtmektedir. Oysa bu tür problemler, çok daha derin bir boşluğun, ilgisizliğin ve maneviyat yoksunluğunun sonucudur. Bu noktada anne-babaların kendilerini sorgulaması, önce kendi eksiklerinden yola çıkması gerekmektedir. Asıl örnek aile bireyleridir. Her aile bir devlet gibidir. Yönetimde dikkat gerektirir. Sözü sen nasıl kullanırsan öyle karşılık alırsın. Nasıl davranırsan sana da öyle davranılır. Sen ağza alınmayacak cümleler kurarsan, hakaretler edersen gün gelir aynıyla, daha fazlasıyla karşılığını göreceğini asla unutmamalısın. Eğitmek için önce eğitilmek icap eder.
Anne ve baba olmak, sadece dünyaya bir çocuk getirmek değildir. O çocuğu dünya denen sınav meydanında, dosdoğru bir yolda yürütmektir. Ona sadece yemek yedirmek değil; ruhunu doyurmak, kalbini aydınlatmaktır. Anne ve babalık, en kutsal öğretmenliktir. Bu görev ihmal edildiğinde, toplumun geleceği ihmal edilmiş olur. Zira her bir çocuk, bir milletin yarınıdır. Bu bağlamda ebeveynler, çocuklarının iç dünyasına dokunmalı, sadece gözlerine değil; gönüllerine de bakmalıdır. Gözlerinin içine bakarak konuşmadığınız bir çocuğun kalbine yol bulamazsınız. Dokunmadığınız bir yürek size asla açılmaz. Unutulmamalıdır ki, çocuğa bırakılacak en büyük miras, sağlam bir karakter ve köklü bir iman duygusudur. Anne-baba olmanın şerefini hakkıyla taşımak, sadece bugünün değil; ahiretin de kurtuluş reçetesidir. Çünkü her çocuk, anne-babasının dünyaya bıraktığı bir mektuptur ve o mektup ya dua olur ya da beddua.
Mayıs 2025 – İstanbul