Tayfun Kaya
Köşe Yazarı
Tayfun Kaya
 

Aç Ve Açıkta...

İhtiyaç, gereksinim; karşılandığı zaman, kimseye zarar vermeden mutlu olunan her şeydir. “Noksansak yarım sayılırız” teziyle, noksanlığını, yoksunluğunu duyduğumuz şeyi elde etmek için çabalarız. Çabalarımız neticelendiğinde, ürün aldığımızda, gereksinim giderildiğinde yaşam motivasyonumuzda yeniden sağlanmış olur. Peki ya çok fazla çaba göstermemize rağmen ihtiyaçlarımızı karşılayamazsak mutlu olabilir miyiz? Elbette normal koşullarda buna rastlamak zordur. Ama hükmedenler bunu çözmüş. Hz. Havva ile Ademi kandıran şeytan gibi tatlı tatlı kandırmayı, aldatmayı öğrenmişler. Bu sayede ihtiyacını karşılayamayanda mutlu olabiliyor. Ama Hz. Adem ile Havva’dan biliyoruz ki kanmanın sonu yurdundan kovulma ile sonlanıyor. Bu araştırmalar için yıllar önce bilim adamlarını göreve çağırmışlar. İnsanlar üzerinde çeşitli deneyler, gözlemler yapılmış. Ve o mucizevi “algı yönetimi” bulunmuş. Algıları, bilinç altına ya da direkt verilerek tekrarlanan mesajlar ile yönetmenin mümkün olduğunu görmüşler… Bunu engellemek, yani algınla oynatmamak tabi ki mümkün… Ama her güzel şey gibi emek istiyor. Dünya görüşü istiyor. Bilgi, gelişim istiyor. Derinleşme, çaba istiyor. Yargılarını, olgularını, bilgini artırabilme istiyor. Gelen bir mesajı, bilgiyi, haberi ikiye yarabilmeyi “Böyle olursa ne olur? Şöyle olursa ne olur?” diye sorgulayabilme yetisi istiyor. Bu yapılabildiğinde aldanmamak ta mümkün oluyor. Olgunlaşmışsan, olguların zenginse yine aldanmaman mümkün oluyor. Hollanda’ya, Almanya’ya, ABD’ye, İngiltere’ye, Katar’a, Ürdün’e, Suudi Arabistan’a dış borcumuz var. Borç arttı, haliyle kredibilitemiz de düştü. Borç bulsak bile, miktarı oldukça az oluyor. Çarkı ağır ağır döndürebiliyor. Azda olsa bunca borca rağmen, yüksek faiz ödemelerimize rağmen borç bulabilmenin bir sebebi var. O da değerin tanımında gizli… Değeri toprağımız olarak gören yabancılar hep çıktı. En son bunu Sevr dayatması, topraklarımızın ayrıştırılması ile gördük. Ama biz köklü tarihimizi değer bildik! Toprağımızla uğraşanlara aman vermedik. Lozan ile Türk yurdunu böldürmedik. Onca borca, şirketlerimizin, kapital kalelerimizin satışına, iflasına rağmen, az da olsa halen dış borç geliyor. Borç verenler, binlerce yıllık yaşam, devlet tecrübemize güveniyor gibi… Arkada başka planları da mutlaka vardır tabii… Ama bizim tekrar kalkınmada ki hızımız, tecrübemiz oldukça taze ve bunu onlarda iyi biliyorlar. Hukuk geleneğimize, insani altyapımıza, sulandırılmış eğitim sistemine rağmen inanıyorlar. Genlerimize işlemiş varoluş tecrübelerimiz, medeni, meraklı, gelişimci yaşam sırlarımız var. Bir an dursak bile, gelecekte verebileceğimiz faydaları, borç verenler öngörebiliyor. Elbette iyi senaryo ile; aslında onlar gelecekte üreteceğimiz ürün hissesinde bugünden satın alıyorlar. Ve bu hisseden gelecekte iyi bir temettü alacaklarını öngörüyorlar. Öte yandan bunca borcun olası kötü senaryosu ise oldukça kötü… Bir ürün geliştirdiğimiz de bu ürünün fiyatını belirlerken, onu satın alacak kişiye gelecekte katacağı faydayı da mutlaka tespit ederiz. Fiyatımızı, maliyet + alıcının geleceğine kattığımız değer üzerinden oluştururuz. Tıpkı bir hisse senedinin gelecekte vereceği fayda ile değerlenmesi gibi… Ya da daha basit bir örnekle, hayatta kalmamızı sağlayan su gibi… Örneğin su cenneti Bosna Hersek’te suyun faydası elbette vardır. Ama normal koşullardaki her bedende de hali hazırda yeterli miktarda su da vardır. Suyun her yerde olmasının yanı sıra, o anda içeceğin ‘su’ takviye sayılacağından faydası da düşük kalır. Değer düşer. Çünkü hem coğrafya da hem de beden de bolca su vardır. Ama çöldeysen iş değişir. Etrafta su yoktur. Güneş tepende alacaklı gibi dikilir. Hatta bedenindeki su miktarı da hızla düşmüş olabilir. Artık bir bardak suyun faydası çok çok daha yüksektir. Haliyle bulabileceğin suyun fiyatı da yüksek olacaktır. Değer, faydaya bağlı olarak azalıp yükselebilir. Piyasada böyledir. 2023 yılında Ar-Ge harcamalarımız 377 milyardı. Yaklaşık 16 milyar dolar. Aslında iyi bir rakam. Ama sanki şirketlerimiz bu gider adı altında başka harcamalar da yapmış gibi… Bu anlaşılıyor çünkü, bu miktarda Ar-Ge harcaması yapmış şirketler yüksek enflasyondan, düzenli artan kurdan batacak kadar etkilenmemelidir. Hatırlayın Aralık 2024’te 7945 şirket iflas etmişti. Ve tarihi rekor manşeti atıldı. 2025 yılı ilk çeyreğinde de konkordato ilan edenler çoktu. Ar-Ge çalışmaları hakkaniyeti ile yapılsa, mesela farklı özelliklerde çeşitli dronlar, süper bilgisayarlar üretsek, maliyeti 5 bin TL olsa, bunların satış fiyatı 5 milyon TL’ye kadar çıkabilir. Enflasyon %100 olsa, kur ikiye katlasa bile maliyetin en çok 10 bin TL olur. Yine yüksek miktarda kâr edersin. İflas riski kapına gelmez. Ama Ar-Ge yeterince yapmayıp, yaratıcılığın düşük olduğu kazak, alüminyum kaplama, dokuma, araba yedek parça vb.de kaldıysan 9 TL’den üretip 10 TL’ye anca satabilirsin. %100 enflasyona ya da iki kat kur artışında da zarar ediverirsin. Sermayeyi hızla eritirsin. Haliyle iflasta kaçınılmaz olur. Ar-Ge’siz bırakıp da çölleştirdiğin fabrikanda susuz kalıverirsin. Bunca iflas etmiş şirketlerimizin durumu, uluslararası alanda rekabetçi olamadığımızı gösteriyor. Rekabet liginde kırkıncı sıranın üzerindeyiz. İflas etmiş işletmecilerle konuştuğumuzda, benim işim iyiydi diyor. Peki ne yapıyordun? diye soracak olsak genelde verilen cevaplar aynı ya da benzer… “-Almanya’dan bir makine aldım. -Eee -Çin’den aldığım hammaddeyi kestim, birleştirdim, kutuya koydum, kargoya verdim!” diyor. Ee oldu mu şimdi? Burada senin bilgin, tecrüben, ticari farkın (know-how) nerede?..  Ar-Ge dediğin kimse de olmayanı bulabilmektir. Fark yaratabilmektir. Kalite ya da ürün olarak kimse de olmayanı yakalayıp, 5 TL’ye üretip 25 TL’lik fayda vermesini sağlamaktır. 25 TL’ye satmaktır. Bak dünyanın en değerli firmaları, daima ARGE harcamalarını en yukarı da tutabilenler olmuştur. Bu tesadüf değildir. Apple firması, dünyanın en güzide şirketlerinden biri… Eylül 2024’te tam 31 milyar dolar Ar-Ge harcaması yapmış. Diğer taraftan Microsoft 2024 yılında 30 milyar dolar Ar-Ge harcaması yapmış. Amazon 2022 yılında 73 milyar dolar, 2023 yılında ise 86 milyar dolarlık Ar-Ge yapmış. Biz ise bırak şirket bazını, ülke olarak 16 milyar dolarlık araştırma geliştirme yapmışız. Bu bakış açısı ile onlarla rekabet etmekte aynı oransallıkta kalıyor. Şöyle bir düşünün, biz kimsenin veremediği hangi faydayı canlılara, insanlara verebiliyoruz? Bıraktık kimsede olmayanı neyi biraz olsun farklı yapabiliyoruz? Hadi onu da bırakalım. Teknolojik hangi ürünün bir benzerini yapabiliyoruz? Hazır gelen parçaları birleştirmenin, montajın ötesine geçebiliyor muyuz? Ve bu ürünlerle üst üste açıklanan cari açığa katkı sağlayabiliyor muyuz? ‘Açık’ meselesi sakın kimseye basit gelmesin. En önemli gündemimiz bu konu olmalıdır. Çünkü açık; önce aç bırakır, sonra açıkta bırakır. Günümüzde en yüksek seviye de teknoloji üreten ülkelerle rekabet edebilmemizin yolu, çocuklarımızı daha ilkokuldan itibaren tarih, coğrafya, bilim, ilim ile düzenli, ahlaklı üretim eğitimleri aşılayarak olabilir. Ki bugün üniversitelerimizin bile seviyesi tartışılıyor. Bir süredir Ortadoğu’yu kasıp kavuran, yediğimiz tohumların, tarlalara attığımız ilaçların sahibi İsrail’in ilk 50 de üniversitesi var. Ondan çok daha köklüyüz ama bizim o seviyede üniversitemiz kalmadı. İsrail’in Ar-Ge merkezlerinin yoğunluğu, çalışma prensipleri ise dünyanın dilinde… Hamas’ın cebindeki telefonları patlatabilecek kadar Ar-Ge’ciler. Ar-Ge güç getirir. O güçle, Ar-Ge’siz kalmış toplumlara saldırdığında önünde sağa sola kaçışanlar görülür. Kaçışanların varlığı, Ar-Ge’li de özgüven patlaması yaratır. Kendini her şeyin üstünde görür. Yapamayacağı hiçbir şey olmadığını düşünür. Kahin kral oluvermiştir. İşte bunun için, başımıza ilahlar yaratmamak için kimsenin arkasına saklanamayız. Kimsenin önünde de tabiri yerindeyse civciv gibi kaçışamayız. Araştırır, gelişir öncesinde olacakları tespit eder ve gereğini düşünür, yaparız.
Ekleme Tarihi: 16 Ağustos 2025 -Cumartesi
Tayfun Kaya

Aç Ve Açıkta...

İhtiyaç, gereksinim; karşılandığı zaman, kimseye zarar vermeden mutlu olunan her şeydir. “Noksansak yarım sayılırız” teziyle, noksanlığını, yoksunluğunu duyduğumuz şeyi elde etmek için çabalarız.

Çabalarımız neticelendiğinde, ürün aldığımızda, gereksinim giderildiğinde yaşam motivasyonumuzda yeniden sağlanmış olur.

Peki ya çok fazla çaba göstermemize rağmen ihtiyaçlarımızı karşılayamazsak mutlu olabilir miyiz? Elbette normal koşullarda buna rastlamak zordur. Ama hükmedenler bunu çözmüş. Hz. Havva ile Ademi kandıran şeytan gibi tatlı tatlı kandırmayı, aldatmayı öğrenmişler. Bu sayede ihtiyacını karşılayamayanda mutlu olabiliyor. Ama Hz. Adem ile Havva’dan biliyoruz ki kanmanın sonu yurdundan kovulma ile sonlanıyor.

Bu araştırmalar için yıllar önce bilim adamlarını göreve çağırmışlar. İnsanlar üzerinde çeşitli deneyler, gözlemler yapılmış. Ve o mucizevi “algı yönetimi” bulunmuş. Algıları, bilinç altına ya da direkt verilerek tekrarlanan mesajlar ile yönetmenin mümkün olduğunu görmüşler…

Bunu engellemek, yani algınla oynatmamak tabi ki mümkün… Ama her güzel şey gibi emek istiyor. Dünya görüşü istiyor. Bilgi, gelişim istiyor. Derinleşme, çaba istiyor. Yargılarını, olgularını, bilgini artırabilme istiyor. Gelen bir mesajı, bilgiyi, haberi ikiye yarabilmeyi “Böyle olursa ne olur? Şöyle olursa ne olur?” diye sorgulayabilme yetisi istiyor. Bu yapılabildiğinde aldanmamak ta mümkün oluyor. Olgunlaşmışsan, olguların zenginse yine aldanmaman mümkün oluyor.

Hollanda’ya, Almanya’ya, ABD’ye, İngiltere’ye, Katar’a, Ürdün’e, Suudi Arabistan’a dış borcumuz var. Borç arttı, haliyle kredibilitemiz de düştü. Borç bulsak bile, miktarı oldukça az oluyor. Çarkı ağır ağır döndürebiliyor. Azda olsa bunca borca rağmen, yüksek faiz ödemelerimize rağmen borç bulabilmenin bir sebebi var.

O da değerin tanımında gizli…

Değeri toprağımız olarak gören yabancılar hep çıktı. En son bunu Sevr dayatması, topraklarımızın ayrıştırılması ile gördük. Ama biz köklü tarihimizi değer bildik! Toprağımızla uğraşanlara aman vermedik. Lozan ile Türk yurdunu böldürmedik. Onca borca, şirketlerimizin, kapital kalelerimizin satışına, iflasına rağmen, az da olsa halen dış borç geliyor. Borç verenler, binlerce yıllık yaşam, devlet tecrübemize güveniyor gibi… Arkada başka planları da mutlaka vardır tabii… Ama bizim tekrar kalkınmada ki hızımız, tecrübemiz oldukça taze ve bunu onlarda iyi biliyorlar. Hukuk geleneğimize, insani altyapımıza, sulandırılmış eğitim sistemine rağmen inanıyorlar. Genlerimize işlemiş varoluş tecrübelerimiz, medeni, meraklı, gelişimci yaşam sırlarımız var. Bir an dursak bile, gelecekte verebileceğimiz faydaları, borç verenler öngörebiliyor.

Elbette iyi senaryo ile; aslında onlar gelecekte üreteceğimiz ürün hissesinde bugünden satın alıyorlar. Ve bu hisseden gelecekte iyi bir temettü alacaklarını öngörüyorlar. Öte yandan bunca borcun olası kötü senaryosu ise oldukça kötü…

Bir ürün geliştirdiğimiz de bu ürünün fiyatını belirlerken, onu satın alacak kişiye gelecekte katacağı faydayı da mutlaka tespit ederiz.

Fiyatımızı, maliyet + alıcının geleceğine kattığımız değer üzerinden oluştururuz.

Tıpkı bir hisse senedinin gelecekte vereceği fayda ile değerlenmesi gibi… Ya da daha basit bir örnekle, hayatta kalmamızı sağlayan su gibi… Örneğin su cenneti Bosna Hersek’te suyun faydası elbette vardır. Ama normal koşullardaki her bedende de hali hazırda yeterli miktarda su da vardır. Suyun her yerde olmasının yanı sıra, o anda içeceğin ‘su’ takviye sayılacağından faydası da düşük kalır. Değer düşer. Çünkü hem coğrafya da hem de beden de bolca su vardır. Ama çöldeysen iş değişir. Etrafta su yoktur. Güneş tepende alacaklı gibi dikilir. Hatta bedenindeki su miktarı da hızla düşmüş olabilir. Artık bir bardak suyun faydası çok çok daha yüksektir. Haliyle bulabileceğin suyun fiyatı da yüksek olacaktır.

Değer, faydaya bağlı olarak azalıp yükselebilir.

Piyasada böyledir. 2023 yılında Ar-Ge harcamalarımız 377 milyardı. Yaklaşık 16 milyar dolar. Aslında iyi bir rakam. Ama sanki şirketlerimiz bu gider adı altında başka harcamalar da yapmış gibi…

Bu anlaşılıyor çünkü, bu miktarda Ar-Ge harcaması yapmış şirketler yüksek enflasyondan, düzenli artan kurdan batacak kadar etkilenmemelidir. Hatırlayın Aralık 2024’te 7945 şirket iflas etmişti. Ve tarihi rekor manşeti atıldı. 2025 yılı ilk çeyreğinde de konkordato ilan edenler çoktu. Ar-Ge çalışmaları hakkaniyeti ile yapılsa, mesela farklı özelliklerde çeşitli dronlar, süper bilgisayarlar üretsek, maliyeti 5 bin TL olsa, bunların satış fiyatı 5 milyon TL’ye kadar çıkabilir. Enflasyon %100 olsa, kur ikiye katlasa bile maliyetin en çok 10 bin TL olur. Yine yüksek miktarda kâr edersin. İflas riski kapına gelmez. Ama Ar-Ge yeterince yapmayıp, yaratıcılığın düşük olduğu kazak, alüminyum kaplama, dokuma, araba yedek parça vb.de kaldıysan 9 TL’den üretip 10 TL’ye anca satabilirsin. %100 enflasyona ya da iki kat kur artışında da zarar ediverirsin. Sermayeyi hızla eritirsin. Haliyle iflasta kaçınılmaz olur. Ar-Ge’siz bırakıp da çölleştirdiğin fabrikanda susuz kalıverirsin.

Bunca iflas etmiş şirketlerimizin durumu, uluslararası alanda rekabetçi olamadığımızı gösteriyor. Rekabet liginde kırkıncı sıranın üzerindeyiz.

İflas etmiş işletmecilerle konuştuğumuzda, benim işim iyiydi diyor. Peki ne yapıyordun? diye soracak olsak genelde verilen cevaplar aynı ya da benzer…

“-Almanya’dan bir makine aldım. -Eee -Çin’den aldığım hammaddeyi kestim, birleştirdim, kutuya koydum, kargoya verdim!” diyor. Ee oldu mu şimdi?

Burada senin bilgin, tecrüben, ticari farkın (know-how) nerede?.. 

Ar-Ge dediğin kimse de olmayanı bulabilmektir. Fark yaratabilmektir. Kalite ya da ürün olarak kimse de olmayanı yakalayıp, 5 TL’ye üretip 25 TL’lik fayda vermesini sağlamaktır. 25 TL’ye satmaktır.

Bak dünyanın en değerli firmaları, daima ARGE harcamalarını en yukarı da tutabilenler olmuştur. Bu tesadüf değildir. Apple firması, dünyanın en güzide şirketlerinden biri… Eylül 2024’te tam 31 milyar dolar Ar-Ge harcaması yapmış. Diğer taraftan Microsoft 2024 yılında 30 milyar dolar Ar-Ge harcaması yapmış. Amazon 2022 yılında 73 milyar dolar, 2023 yılında ise 86 milyar dolarlık Ar-Ge yapmış. Biz ise bırak şirket bazını, ülke olarak 16 milyar dolarlık araştırma geliştirme yapmışız. Bu bakış açısı ile onlarla rekabet etmekte aynı oransallıkta kalıyor.

Şöyle bir düşünün, biz kimsenin veremediği hangi faydayı canlılara, insanlara verebiliyoruz? Bıraktık kimsede olmayanı neyi biraz olsun farklı yapabiliyoruz? Hadi onu da bırakalım. Teknolojik hangi ürünün bir benzerini yapabiliyoruz? Hazır gelen parçaları birleştirmenin, montajın ötesine geçebiliyor muyuz? Ve bu ürünlerle üst üste açıklanan cari açığa katkı sağlayabiliyor muyuz?

‘Açık’ meselesi sakın kimseye basit gelmesin. En önemli gündemimiz bu konu olmalıdır. Çünkü açık; önce aç bırakır, sonra açıkta bırakır.

Günümüzde en yüksek seviye de teknoloji üreten ülkelerle rekabet edebilmemizin yolu, çocuklarımızı daha ilkokuldan itibaren tarih, coğrafya, bilim, ilim ile düzenli, ahlaklı üretim eğitimleri aşılayarak olabilir. Ki bugün üniversitelerimizin bile seviyesi tartışılıyor. Bir süredir Ortadoğu’yu kasıp kavuran, yediğimiz tohumların, tarlalara attığımız ilaçların sahibi İsrail’in ilk 50 de üniversitesi var. Ondan çok daha köklüyüz ama bizim o seviyede üniversitemiz kalmadı. İsrail’in Ar-Ge merkezlerinin yoğunluğu, çalışma prensipleri ise dünyanın dilinde… Hamas’ın cebindeki telefonları patlatabilecek kadar Ar-Ge’ciler.

Ar-Ge güç getirir. O güçle, Ar-Ge’siz kalmış toplumlara saldırdığında önünde sağa sola kaçışanlar görülür. Kaçışanların varlığı, Ar-Ge’li de özgüven patlaması yaratır. Kendini her şeyin üstünde görür. Yapamayacağı hiçbir şey olmadığını düşünür. Kahin kral oluvermiştir.

İşte bunun için, başımıza ilahlar yaratmamak için kimsenin arkasına saklanamayız. Kimsenin önünde de tabiri yerindeyse civciv gibi kaçışamayız. Araştırır, gelişir öncesinde olacakları tespit eder ve gereğini düşünür, yaparız.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.