Hayatımızda hızla geri dönüşmeyen ne varsa bilin ki o, suni olandır. Dünya’nın döngüsü, yaradılış “geri dönüşmeye müsait varlıkların doğal olanlar olduğunu” anlatır bize. Demek ki doğal olmayan, yaşama, cana, canana zarar verir. Bu yapmacık oluşum, sunilik önce büyük rahatlık, ardından önlenemez acılar getirecektir.
Bedenler bile toprağa verildiğinde dönüşüyor, toprağı besliyor. Birçok şiirde yer aldığı şekliyle çiçek oluyor ve tekrar canlanıyor. Biz bile doğayla bütünleşiyorsak, tükettiğimiz her şeyin de geri dönüşebilecek olmasına özen göstermeliyiz.
Bugün cam, kavanoz, sebze, meyve kabuğu, çekirdeği, bahçe atıkları, gazete, dergi, kitap, broşür, kutu, metal ürünleri geri dönüştürebiliyoruz. Plastik sorundu ama artık değil… O da geri dönüyor. Tabi doğaya atılmadığı, sağlıklı toplanabildiği sürece… Mesela kirli plastik tabak çatal geri dönüştürülemiyor. Karışık malzemeli plastik oyuncaklar, naylon poşetler, streç filmler, yağlanmış, küflenmiş kağıtlar, kumaşlar, ısıya dayanıklı camlar, otomobil camları halen geri dönüştürülemiyor.
Bu malzemelerin çoğu, doğaya direkt atıldığında doğayı uzun yıllar yoruyor, yıpratıyor. Mesela cam 4000 yılda ancak yok oluyor. Pet şişe 400 yılda, plastik malzemeler 1000 yılda, poliüretanlar 1000 yılda, kredi kartları 1000 yılda, plastik tabak 500 yılda, alüminyum 100 yılda ancak yok oluyor. Evet biliyoruz ki her insan doğası gereği sonraki nesillerce hatırlanmak ister. Ama o hatırlanma elbette bu değil! 1000 yıl sonra senin kredi kartını bulan seni doğa, insanlık dostu, kendinin dostu olarak anmayacaktır. 1000 yıl sonraya iz bırakmanın yolu meşakkatlidir. Kirlet bırak değil de çabala, didin, uğraş fayda bırakma ile olur.
Hepimiz biliriz Dünya döner. Yani Dünya’nın kuruluş sistematiği tamamen dönme, dönüşme üzerine inşa edilmiş. Her şey doğup dönüşüyor. Dönüşme de nasıl yoğrulduğunla alakalı oluyor. İyi bir motor ustasının elinde yetişen, iyi bir ustaya dönüşüyor. Mafyanın elinde yetişen, mafyaya dönüşüyor. İyisiyle kötüsüyle mücadele başlıyor. Biri canlılara hizmet ediyor. Biri canlılara acı veriyor. Son yıllarda bir de hiç dönüşemeyenler türedi. Bunlara ev gençleri diyoruz. Neye evrildiklerine dair kimsenin fikri yok, nadir görülüyorlar. Genelde evde, odada, bilgisayar başında değişik türleri, zombileri falan doğramakla meşguller. Doğal döngünün içine bir türlü giremiyorlar. Adeta dönüştürülemeyen, hatta doğaya atıldığında doğala zarar veren naylon poşet gibiler…
Bu poşetleştirilmiş nesil kendi ile, yozlaşmışlığı ile bırakılamaz. Onları kazanmak, gelecek adına borcumuz. Doğal olan ile barışık hale gelmeliler. Onları aykırı bir kenarda bırakamayız. Döngüyü bozmalarını izleyemeyiz. Geç artık demeden, fayda verir hale gelmeliler. OECD verilerine göre 15-29 yaş aralığındaki gençlerimizin 19 milyon, çalışanlar ise 7 milyon… 12 milyon üretime, üreyene, oluşturana, yaşama, döngüye katılmıyor. Bunlar genel olarak bir odada zaman öldürüyor. Enerjisini boşa akıtıyor. Hem israf ediyor hem de bizlere karşılıksız verilmiş en değerli yol arkadaşımızı, zamanı hiçliğe hapsediyor.
Öte yandan başka milletlerin çöpünü de ithal ediyoruz. Kanunen sadece geri dönüştürülebilir atık almamız gerekirken, evsel çöplerle karışmış atıklarda Adana ilimize taa İngiltere, İtalya, Almanya, Belçika, Hollanda’dan gemilerle geliyor. Vatanı kirletme karşılığında para alıyoruz. Tam bir vatan yiyen olduk. Toprak satma bizde, arsa paylı daire satma bizde, kimlik satma bizde, toprak zehirleme, kirletme bizde. Normalde bu evsel çöpler kanunsuz olduğundan, kağıt üzerinde geri dönüştürülebilir olarak gösteriliyor.
Stan, vatan olgumuzdan ne denli uzaklaştığımızı gözümüze gözümüze sokuluyor.
Greenpeace raporlarına göre; İngiltere ve diğer ülkelerden gelen bu atıklar düşük kalite plastik, kirli, karışık plastik, dönüşümü mümkün olmayan ya da çok çok maliyetli atıklar. Bu atıklar Adana’da yakılıyor. Bazıları gömülüyor. Yerel gazetelerden okuduğumuza göre de birçoğu da tarım arazilerine, yol kenarlarına atılıyor. Çukurova’nın “Çöpova” oluşuyla ilgili belgeselden bunları hatırlayacaksınız.
Geri dönüşümü mümkün olmayan evsel atıkla karışmış çöpler, geri dönüşüm değeri olmayan tek kullanımlık ambalajlar, tehlikeli kimyasallar içeren çöplerde yine arazilerimize atılmakta. Ve bunlar kağıt üzerinde geri dönüşebilir olarak gözüküyor.
Neydi Vatan?
Türkler yeni bir yeri aldıklarında ya da yerleştiklerinde buraya “Stan” derlerdi. Güvenli alan demekti. Bölgeyi güvenli hale getirmek demekti. Güven içinde yaşayabilecekleri yer demekti. Oradaki kara, hava, deniz artık onların sorumluluğuna girmişti. İşte o meşhur Türk De’stan’ları buralarda ve buralar için yazılırdı. ‘Stan’dartlar buraları düzen içinde tutabilme, topraklara değer katabilme süreciydi. Halkı gelişkin, sağlıklı, güçlü, tok, pek tutacak kurumlarda da “Stan” vurgusu ihmal edilmedi. Hastane, postane gibi. Bunlar oluşacak sorunları, dertleri çözme, çaresize değer katma görevini üstelendikleri yerlerdi. Devlet kurduğumuz, üzerinde yaşadığımız bu yerlere “Stan” dedik. Stan ya da İstan düzenli olarak yaşama gayreti gösterdiğimiz, çocuklarımızın doğup güven içinde, sağlıklı büyüyebileceği, haliyle güven içinde yaşayabileceği toprağa verdiğimiz isimdi. Toplumu bir arada tutan kültür, dil birliğinin adıydı. Kimlik, kim olduğu bilincinin olduğu topraklardı. Sömürülmeden, eleştirilmeden, ayrıştırılmadan, özgürce yaşayabildiğimiz, yaradılışa durmaksızın hizmet edebildiğimiz, üretebildiğimiz yerdi. Korunması için ortak hafızaya ihtiyaç duyulandı. Bütünlüğü anayasa ile korunandı.
Araplar bunu dil farkı sebebiyle vatan olarak telaffuz edebildi. 13 yy. dan itibaren başlayan Osmanlıcayla birlikte bizlerde Vatan olarak telaffuza başladık.
Stan; toprağına güzel baktığımıza, uğruna mücadele verdiğimize, gelişimini sağlayabildiğimize “İl” dediğimiz. Onu geliştirme gayretlerine “İlim” dediğimiz. Bu uğurda yaptığımız deneylere ve tecrübe gelişime “Bilim” dediğimiz. O coğrafyada bulunan her şeyi sevip, onun güzelliği için çabalamaya “İlgi” dediğimiz. İli, üzerindeki canlıları geliştirebilmişe “Bilge” dediğimiz, kutsal saydığımız yerdir.
Bugün halen Türk kökenlilerin kurduğu ülkeler “stan” ya da “istan” ile biter. Cumhuriyet’le birlikte ismini alan İstanbul ise tüm “İstan” ların, “Stan” ların başkenti anlamındadır.
Şimdi böyle aidiyeti, manevi değeri paha biçilmez topraklarımıza, bizden yüksek miktarda alacaklı olan ülkelerin çöplerini al-getir. Sonra göm, saç vatana, Adene, Adana’ya… Karşılığında yüz kızarıklığı bilmeden üç kuruş para da al. Vatanın, maneviyatın, ilmin, bilmin olsun çöplük. İçi virüs, hastalık dolsun. Ama lafa gelince en büyük vatansever de hep sen ol…
Şu an aramızda “Bu kadar da değildir” diyenler oluyordur.
Satır aralarında da olsa bu haberler çıkmakta. Neden böyle maneviyatı yüksek bir haber, sadece satır arasında yer bulabiliyor derseniz. Sanırım o da vatan gibi çöplerin altında kalmış, yoğun kokudan yüzü buruşmuş, gözleri kısılmış, nefesi daralmış, döngüden koparılmış, kağıtperest olmuş sağlıksız bir özgürlük meselesiyle alakalı olabilir…