Fast Food yiyeceklerin dünya halkına verdiği en iyi hizmetin beslenme olduğunu söylemek elbette doğru olmayacaktır. Sağlık açısından yaşanmış çok fazla sorunlu dava var. Ama öyle bir hizmete vesile oldular ki! Muhtemelen o yıllarda kendileri de buna şaşıp kalmıştır. Küreselleşme başladığında en hızlı küreselleşen, hiç şüphesiz ki fast food zincirler olmuştu. Kısa sürede 100 ülkede hizmete girdiler. Kürenin her yerine hızla dağıldılar. Tıpkı yemekleri gibi… Kürenin her yerindeydiler ama halen maliyetlerin büyük bölümü keşfinin yapıldığı ülkedeydi. Ar-Ge, marka, reklam, sponsorluk maliyetleri merkezdeydi. İlk etapta köftesi de ABD menşeliydi. Sonradan yetemeyince kısmen yerelleşti. Tabi kendi standartlarına uygun yerelleşti.
Evet, maliyetlerin ağırlıklı kısmı hala daha ABD’de yapılmaktadır.
Bu durum ise beklenmedik bir şekilde Big Mac endeksi doğurdu. Big Mac endeksini 1986 yılında İngiltere’de doğdu. Bir ekonomi dergisi insanlara, “ekonominin sosyolojik boyutunu, diğer milletlerle olan üretim, çalışma farkını daha kolay nasıl anlatabiliriz” konusunda arayış içindeydiler. Ve bu arayışın sonucunda bir ekonomi gazetecisi tarafından teori keşfedilmiş oldu.
O gün bugündür de takip edilir. Gazeteci şunu fark etmişti. Big Mac menü her ülkede, ana vatanı olan ABD doları ile yaklaşık aynı çizgide ilerliyordu. Gerileme yaşayan, tembelleşmiş ülkeler ile yoğun gelişim yaşayan ülkeler çizginin dışına çıkmaya başlıyorlardı. Çizginin yukarısına çıkanların borç rasyoları artarken, çizginin aşağısında kalanların borç rasyoları düşüyordu. Böylece toplumların, diğer ülkeler nezdinde değerleri kolayca görülebiliyordu.
Eğer bir ülkede kur baskılanıyorsa, ithalatın rahatça yapılabilmesinin önü açılıyorsa, işsizlik artıyor, üretim kapasite oranları düşüyorsa Big Mac teorisi bunu hemen ortaya çıkarıyordu.
O ülkede kur olması gerekenden düşükse Big Mac dolar bazında pahalı kalıyordu. Kur düşük olduğundan ithalat yapmakta kolaylaşıyordu. Yurtdışında yenilen yemek, alınan herhangi bir ürün ucuz görünüyordu. O ülkede üretilen her şeyde nispeten daha pahalı oluyordu. Haliyle o ülkeye turist gelemiyor. İthalat artıyor. İhracat ise rekabet edemediği, pahalı kaldığı için yapılamaz oluyordu. Yapılsa da kâr edilemiyordu. Bu da üretimi her geçen gün düşüyor. Döviz açığı her geçen gün biraz daha artıyordu. Haliyle ülkede üretim azalınca, işsizlik de artıyor, gelirler azalıyor ve alınabilecek vergi azalıyordu. Vergisi azalan ülke ise bu sefer halkın birikimlerini azaltacak bir yola başvuruyordu. Zam ve enflasyon kaçınılmaz sonuç olurken diğer taraftan tüketim vergileri doğuyor ve adım adım artıyordu. Zamların gerçek sebebini ise; Big Mac teorisi avaz avaz bağırıyordu.
Değerli Para Politikası!..
Bu teoride Big Mac hamburgerin, örneğin Türkiye’deki dolar karşılığı ile başka ülkelerdeki dolar karşılığı karşılaştırılır. Endeks bu gözle incelendiğinde 2002-2013 aralığında, bizler Big Mac’i dolar bazında dünyadan daha pahalıya tüketmişiz. 2018 sonrası ise fiyat birden düşmüş. O ara Türk milleti için doğru olan bir şeyler olmuş. Ne vardı o ara diye hatırlayacak olursak! Evet rahip Branson davası vardı. Döviz kurları bir anda fırlamıştı. Olması gereken yerine doğru yükseliyordu. O ara dolar bazında Big Mac’i daha ucuz yemeye başlamışız. Sonra yine birden dünyadan daha pahalıya yemeye başlamışız. Demek ki yine olmaması gereken bir şey olmuş!
Big Mac Big Mac deyip duruyoruz. Yanlış anlaşılmasın, çok lezzetlidir yiyin dediğimiz yok. Hem sağlık hem lezzet açısından bana kesinlikle hitap etmiyor. Ama ülkelerin küresel pozisyonu göstermesi açısından son derece kıymetli veriler taşıyor.
Bazen ülkeler siyasi ya da politik sebeplerle değerli para politikasına geçer. Ülke para değerini olduğundan daha değerli göstermeyi marifet kabul eder. Halbuki taş yerinde ağırdır. Olduğundan farklı görünen her şey yanlıştır, yanıltma misyonu taşır. Değerli para politikasına geçmiş olunmasını en çok o ülkeye mal satan, ithalatını sağlayan yabancı ülkeler memnun olur. Böylece onlara daha çok mal satma imkânı bulur.
Değerli para politikasına geçmeyle birlikte, yabancı bir ülkede iyi bir restoranda yiyebileceğiniz yemek bedeli ile kendi ülkende yiyebileceğin Big Mac menü neredeyse aynı paraya gelir. Yüksek faiz, yüksek enflasyon ama düşük kur, değerli para politikası ne yazık ki alım gücünü son sürat düşürür.
Neden Big Mac?
Çünkü her ülkede aynı malzemelerle satılan bir üründür. Menüler aynıdır. ABD’de Big Mac menü 5,79 dolar civarında… Türkiye’de Big mac menü 400 TL’ye satılıyor. Elimizde bu veriler varken, kolaylıkla dünya nezdinde alım gücü karşılaştırmasını yapabiliriz. 400 TL bölü dolar kuru dersek 10 dolar buluruz. Neredeyse iki kat pahalıya yiyoruz. Öte yandan 400 bölü 5,79 dersek de TL/dolar paritesini de yaklaşık bulmuş oluruz. O da 1 dolar 69 TL der. Elbette işçilik vs. farklar kuru bir ölçüde etkileyecektir. Bu da 1 doları yaklaşık 60 TL civarı olabileceğini anlatır.
Bu durum Çin’de mesela tam tersi! Çin’de Big Mac menü 24 Yuan, böl 5,79’a… Dolar Yuan paritesi 4,14 çıkar. Ama piyasada 1 dolar 7,16 Yuan ediyor. Bu sayede Çin’de ithalat pahalılaşıyor. Aynı anda ihracat daha rahat yapılır hale geliyor. Ülke üretimi kısıtlayan ithalat sopası, kimsenin karşına dikilemiyor. Toplumun üretmekten başka çaresi kalmıyor. Aynı zamanda rakip gördüğü ABD’ye diğer ülkelere de teknoloji, mal satmakta oldukça kolaylaşıyor.
Değerli para politikaları uygulayan ülkelerin para birimleri, akümülatör özelliğini hızla kaybeder. Görevini yapmayan bozuk akü gibi kendi kendine içindeki enerjiyi kaçırır. Çatlak, patlak, sızıntımsı bir şey vardır. Parası düzenli olarak enerji kaçırır. Güç kaybeder. Burada borç ödeme zorluğu çekilir. Mevcut borçlarının yeniden yapılandırılmasını, sıklıkla alacaklılardan talep etmeye başlar. Bu da döviz bazlı faizlerin fahiş oranlara çıkmasına sebep olur. Döviz bulmakta her geçen gün daha da zorluk çekilir. Turist gelmez olur. İhracat sınırlı ve kâr edilemez olur. Finans yatırımcıları da o ülke parasının Big Mac çarpanı ile bulunduğu tutar arasındaki farkın her an devalüe olacağından endişe eder. Parasını buraya getirip, o paraya çevirip yatırım yapmak istemez. Ne finans yatırımı yapmak ister ne de fabrika açmak ister. Geldiği dövizin çok altında bir dövizle dönme riski taşır.
Etrafınıza şöyle bir bakın, komşunuz, iş ortağınız, çalışma arkadaşınız ya da kardeşiniz, akrabanız kendi parasından çok, başka para birimlerimde ya da altın, gümüş, malda durmayı tercih ediyorsa parasına güvenmiyor demektir.
Kendi parasının yani özü itibarıyla kendisinin değersiz kaldığını kabul etmiş demektir. Belki yüksek faiz bulabilmiş az bir kısım kendi parasında, vadeli mevduatta kalmıştır.
O ülkedeki şirketler fiyat verirken bile kendi para biriminden fiyat veremez olur. Çünkü artık o para birimi maliyet hesaplama özelliğini de yitirmiştir. Kalıcılığı yoktur. Maliyet hesapları tutmaz. Uzun vadeli bütçeler tutmaz. Ülkenin Merkez Bankası bile sürekli enflasyon hedefini arttırır. Bugün maliyet yaparsın ama ertesi gün hiçbiri tutmaz. O para biriminden fiyat vermek anlamsız kalmıştır. Haliyle güvendiği başka bir para birimi üzerinden fiyat vermeyi tercih eder.
Ağzı değil ama eylemleri, aslında kime güvendiğini kime güvenmediğini, bilinç altında sakladığı, o herkesten gizlediği cevherini açık ediverir.