Ebru Demirci
Köşe Yazarı
Ebru Demirci
 

Yaşama Yolculuk -2 ''Arka Plandaki Mutluluk Üzerine''

Hayatın bize sunduğu mutluluk anları, çoğu zaman fark etmediğimiz ya da hızla normalleştirdiğimiz deneyimler haline geliyor. Problemlerle kurduğumuz yoğun ve negatif bağ, sevinçleri, başarılarımızı ve başımıza gelen güzel olayları gözden kaçırmamıza sebep oluyor. Peki, neden mutluluğu bu kadar hızlı unutma eğilimimiz nedendir? Bunun birden çok olası cevabı vardır. Bunlardan birisi Negatiflik Önyargısı (Negativity Bias) ya da Olumsuzluk Yanlılığı… Olumsuzluk Yanlılığı teorisi, ‘insan beyninin evrimsel olarak tehlikeleri ve olumsuz olayları pozitiflerden daha çok hatırlama eğiliminde’ olduğunu söyler. Bu hayatta kalmamıza yardımcı olan bir işleyişin ta kendisidir. Bu durumu şöyle örneklendirebiliriz: 100 çeşit sevdiğiniz yemekle donatılmış bir masa ve yanında 1 vahşi hayvanın olduğu senaryoda hangisine odaklanırdınız? Hayatta kalmanız için olumlu seçeneği seçici bir şekilde elemeniz ve tehlikeye odaklanmanız gerekirdi ve bu süreç bilinçsizce gerçekleşirdi. Muhtemelen vahşi hayvana odaklanarak odadan kaçardınız. Beyin güzel olandansa tehlikeli olanı seçerek aksiyon almak üzere evrimleşmiştir. (Tabii ki yalnızca tehlike odaklı değildir. Tehlike sistemi kadar güçlü bir diğer sistem de ödül ve merak sistemidir. Beyin sürekli tehditten kaçınma ile ödül arayışı arasında bir denge kurar. Bu denge bozulduğunda (örneğin kronik stres, travma sonrası), tehdit sistemi baskın hale gelir.) Dolayısıyla bizler negatif deneyimlere pozitif deneyimlerden daha fazla dikkat verir, daha güçlü tepki üretir ve deneyimleri daha uzun hatırlarız. Olumlu deneyimleri olumsuz deneyimlere göre daha hızlı unutma eğilimimizin bir diğer nedeni, olumlu olayları kısa sürede “normalleştirme” yatkınlığımızdır. Belki de bu yüzden mutluluğa değil, onun yokluğuna daha çok anlam yükleriz. Bir durum bizi ne kadar yoğun bir mutluluk duygusuna taşısa dahi, bu olumlu yaşantıları olumsuz yaşantılara kıyasla çok daha kısa sürede olağan hale getirme eğilimindeyizdir. Bunun bir bilişsel ekonomi sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Beyin her şeyi duygusal olarak yeniden işlememek için otomatik bir filtreleme uygular. Olumlu olay tekrarlandığında → “Beklenen durum” etiketi veririz ve çoğunlukla olması gerekeni ‘olumlu durumlar’ çevresinde işlemleriz. Olumsuz olay gerçekleştiğinde → “Tehlike” etiketi verir ve üzerinde yoğunlaşırız. Bu da pozitif olayları hızla “varsayılan gerçeklik” haline getirmemize neden olur. Yani mutluluk artık bir “farklılık” değil, bir “norm” olarak kodlanır. Yaşam öykümüze ekleyebileceğimiz birçok pozitif yaşantılarımızdan bahsedebiliriz. Zihin, hayatta kalmak ister; ama insan sadece hayatta kalmak için var değildir. Tehlikeyi fark eden zihin, anlamı arayan bir kalple dengelenmedikçe, insan hep eksik kalır. Varlığı tehdit eden kötü senaryolar değil, onlara rağmen kendimizi yeniden inşa edebilme becerimizin yokluğudur. Her sarsıntı, bizi özümüze biraz daha yaklaştırır. Yaşamın bizi zorlayan tarafı, aslında varlığımızı daha net bir biçimde görmemizi ister. Çünkü insan, kırıldığı yerlerden içeriye ışık sızdığında dönüşüm yaşar. Negatif olana tutunmak, yaşamın bize sunduğu bütünlüğü görmemizi engeller. Oysa yaşam, yalnızca güvenli olduğumuz anlardan ibaret değildir; korkularımız, kayıplarımız ve endişelerimiz de o bütünün parçalarıdır. Parçaları… Asla tamamı değil. Zihin karanlığı seçtiğinde, bilinç ışığı hatırlayabilir. Farkındalık, yaşamın bize sunduğu her duygunun, her düşüncenin içinden geçerken ‘ben buradayım’ diyebilmektir. İşte o anda, yaşamı yönetmek yerine onunla akmayı seçmeliyiz. Belki de yaşam, korkularımızdan kaçmak değil; hiçbir şeyi görmezden gelmeden, açık bir bilinçle yaşayarak onların arasından yürümeyi öğrenmektir. Ve farkındalık, yalnızca içsel bir sessizlik değil; keskinleşmiş yanlarımızı fark edip onları yumuşatabilmeye giden yoldur
Ekleme Tarihi: 20 Ekim 2025 -Pazartesi
Ebru Demirci

Yaşama Yolculuk -2 ''Arka Plandaki Mutluluk Üzerine''

Hayatın bize sunduğu mutluluk anları, çoğu zaman fark etmediğimiz ya da hızla
normalleştirdiğimiz deneyimler haline geliyor. Problemlerle kurduğumuz yoğun ve negatif
bağ, sevinçleri, başarılarımızı ve başımıza gelen güzel olayları gözden kaçırmamıza sebep
oluyor. Peki, neden mutluluğu bu kadar hızlı unutma eğilimimiz nedendir? Bunun birden
çok olası cevabı vardır.

Bunlardan birisi Negatiflik Önyargısı (Negativity Bias) ya da Olumsuzluk Yanlılığı…
Olumsuzluk Yanlılığı teorisi, ‘insan beyninin evrimsel olarak tehlikeleri ve olumsuz olayları
pozitiflerden daha çok hatırlama eğiliminde’ olduğunu söyler. Bu hayatta kalmamıza
yardımcı olan bir işleyişin ta kendisidir. Bu durumu şöyle örneklendirebiliriz: 100 çeşit
sevdiğiniz yemekle donatılmış bir masa ve yanında 1 vahşi hayvanın olduğu senaryoda
hangisine odaklanırdınız? Hayatta kalmanız için olumlu seçeneği seçici bir şekilde
elemeniz ve tehlikeye odaklanmanız gerekirdi ve bu süreç bilinçsizce gerçekleşirdi.
Muhtemelen vahşi hayvana odaklanarak odadan kaçardınız. Beyin güzel olandansa
tehlikeli olanı seçerek aksiyon almak üzere evrimleşmiştir. (Tabii ki yalnızca tehlike odaklı
değildir. Tehlike sistemi kadar güçlü bir diğer sistem de ödül ve merak sistemidir. Beyin
sürekli tehditten kaçınma ile ödül arayışı arasında bir denge kurar. Bu denge
bozulduğunda (örneğin kronik stres, travma sonrası), tehdit sistemi baskın hale gelir.)
Dolayısıyla bizler negatif deneyimlere pozitif deneyimlerden daha fazla dikkat verir, daha
güçlü tepki üretir ve deneyimleri daha uzun hatırlarız.

Olumlu deneyimleri olumsuz deneyimlere göre daha hızlı unutma eğilimimizin bir diğer
nedeni, olumlu olayları kısa sürede “normalleştirme” yatkınlığımızdır. Belki de bu yüzden
mutluluğa değil, onun yokluğuna daha çok anlam yükleriz. Bir durum bizi ne kadar yoğun
bir mutluluk duygusuna taşısa dahi, bu olumlu yaşantıları olumsuz yaşantılara kıyasla çok
daha kısa sürede olağan hale getirme eğilimindeyizdir. Bunun bir bilişsel ekonomi sonucu
olduğunu söyleyebiliriz. Beyin her şeyi duygusal olarak yeniden işlememek için otomatik
bir filtreleme uygular. Olumlu olay tekrarlandığında → “Beklenen durum” etiketi veririz ve
çoğunlukla olması gerekeni ‘olumlu durumlar’ çevresinde işlemleriz. Olumsuz olay
gerçekleştiğinde → “Tehlike” etiketi verir ve üzerinde yoğunlaşırız. Bu da pozitif olayları
hızla “varsayılan gerçeklik” haline getirmemize neden olur. Yani mutluluk artık bir
“farklılık” değil, bir “norm” olarak kodlanır.

Yaşam öykümüze ekleyebileceğimiz birçok pozitif yaşantılarımızdan bahsedebiliriz. Zihin,
hayatta kalmak ister; ama insan sadece hayatta kalmak için var değildir. Tehlikeyi fark
eden zihin, anlamı arayan bir kalple dengelenmedikçe, insan hep eksik kalır. Varlığı tehdit
eden kötü senaryolar değil, onlara rağmen kendimizi yeniden inşa edebilme becerimizin
yokluğudur. Her sarsıntı, bizi özümüze biraz daha yaklaştırır. Yaşamın bizi zorlayan tarafı,
aslında varlığımızı daha net bir biçimde görmemizi ister. Çünkü insan, kırıldığı yerlerden
içeriye ışık sızdığında dönüşüm yaşar.

Negatif olana tutunmak, yaşamın bize sunduğu bütünlüğü görmemizi engeller.
Oysa yaşam, yalnızca güvenli olduğumuz anlardan ibaret değildir; korkularımız,
kayıplarımız ve endişelerimiz de o bütünün parçalarıdır. Parçaları… Asla tamamı değil.
Zihin karanlığı seçtiğinde, bilinç ışığı hatırlayabilir.

Farkındalık, yaşamın bize sunduğu her duygunun, her düşüncenin içinden geçerken ‘ben
buradayım’ diyebilmektir. İşte o anda, yaşamı yönetmek yerine onunla akmayı seçmeliyiz.
Belki de yaşam, korkularımızdan kaçmak değil; hiçbir şeyi görmezden gelmeden, açık bir
bilinçle yaşayarak onların arasından yürümeyi öğrenmektir. Ve farkındalık, yalnızca içsel
bir sessizlik değil; keskinleşmiş yanlarımızı fark edip onları yumuşatabilmeye giden
yoldur

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.