Kıymetli dost,
Yol insana dosttur, yoldaş olur, sırdaş olur. Yol seni çağırır; ezelden ebede… İnsan, hayata attığı ilk adımdan itibaren yolculuğun yolcusudur. Yol bazen gidilen olur, bazen kalınan, beklenen, özlenen. Bazen de niyet edilen ama bir türlü çıkılamayan çıkmaz sokaklara dönüşür hayatımızda.
Herkes gönlünce bir yol arar kendine. Ama bir gün, bir ses haykırır göklerden: “Herkesin yolu kendine varır, arama başka yerde.” – Ömer Hayyam
An olur, insan her şeyden uzaklaşmak ister; yalnızca kendiyle baş başa, huzurun misafiri olmak… Alıp başını, yalnızlığın Kaf Dağı’na doğru yola düşer. Kendini bulmak, dinlemek, ya da yalnızca “onunla” hemhal olmak ve alemleri seyre dalmak ister.
Bir ses bekler, uzanacak bir el, “haydi” diyebilecek bir dost… Belki o zaman yolun yolcusu olur insan. Hayalini kurduğu, “bir gün mutlaka” dediği, herkesin hayatında bir kez de olsa “gidesi” gelen yollar… Özel anların, zamanların açtığı yollar. Kendine uzak gelen ama çıkıldığında yakın olan yollar. “Herkesin yolu kendine varır” diyor Hayyam. Aslında bu söz, insanın aradığı hakikatin kendi özünde olduğunu fısıldar.
Yol insanı çağırır. Doğduğun toprak, yaşadığın anı ve hatıralar çağırır. Bir ses yankılanır kulaklarında: “Hadi gel, neredesin?” Sağına bakarsın, soluna… Sesin sahibini ararsın. Uzun zamandır içte uyuyan arzuyu uyandıracak o sesi beklersin. Belki kimin söylediğine, nasıl ya da ne zaman söylendiğine bakmadan harekete geçmek istersin.
“Öyle zamanlar olur ki nereye gittiğin önemini yitirir. Çünkü asıl önemli olan, yanında kiminle gittiğindir.” – Tolstoy
Öyleyse hazırlan dost… Şimdi yola düşme vaktidir. İçindeki çıkmaz sokaklardan kendini çıkarma zamanı. Hazırsan, “Rızkın Peşinde Yolculuk” Haydi dost, gönül trenine bin; bu yolculukta seninle beraber yürümek isterim. Arındır kalbini, ruhunu… Kaldır gönlünün perdelerini. Toz bağlamış gönül aynanı sil, hakikat pınarından çölleşmiş merhamet damarlarına can gelsin.
İnsan, varoluşunun derinliklerinde kendini arayan bir yolcudur. Haydi birlikte arayalım yollardaki hikmetli işaretleri. Sözlerin manalarında bulalım ışığın yansımalarını…
Rızkın Peşinde Yolculuk Başlıyor… Peki, yolculuğun en çetin durağı hangisi olacak dersin?
Hz. Musa’nın Endişesi ve Razzâk’ın Tesellisi
Rızık endişesi, insanın kalbine düşen en derin korkulardan biridir. Ve bu korkunun en teselli edici cevabı, Hz. Musa’nın hayatında tecelli etmiştir.”
Cenab- Allah Hz. Musa'ya Firavun'a tebliğ git ona hakkı anlat diyor. Hz Musa günlerce uzaklıkta olan ve uzun sürecek bu yolculuk için, bir an kalbine bir zelle düşer. aylarca sürecek bu yolculuk için ailem ve çocuklarımın hali ne olacak onların rızıklarını kim temim edecek. O an Allah-u Teâlâ buyurdu: “Ey Musa, Kızıl Deniz git.” Musa aleyhisselâm deniz kenarına varır “Ey Musa, asânı denize vur.” Asâsını vurdu, deniz açıldı, dibi göründü. Musa aleyhisselâm bir taş gördü: kaygan, çatlağı olmayan, yekpare bir taş.
“Ey Musa, o taşa asanı vur dedi.” Taş yarıldı. İçinden başka bir taş çıktı. Ona da vur dedi yine bir başka taş çıktı. sonrasında taş yarıldı içinde zayıf, gözleri görmeyen, bacaksız bir böcek vardı. Ağzında yeşil, taze bir yaprak dudaklarında bir kıpırdanma…
Allah-u Teâlâ buyurur: “Ey Musa,böceğe kulak ver ne söylüyor. Hz Musa eğilerek böceğe kulak verirdi onu dinlemeye başladı. Böcek ağzında taze bir yaprak, benim yerimi bilen, sesimi işiten, rızkımı veren, beni unutmayan Allah'ı tesbih ederim.
Ya Musa Razzâk’ım. Zayıf, görmez, elsiz ayaksız bir böceği denizde, sert bir taşın içinde yaşatıyor ve ona taze yem veriyorum. Sen, seni seven dostunun senin çocuğunu zâyi edeceğinden mi korkuyorsun? Benim rahmetim senin çocuğundan üstündür ve senin şefkatinden ziyadedir.” Bu ilahî hitap, aslında her anne-babanın kalbine söylenmiş bir teselli değil midir?
Bu kıssa, ben sizi yaratanım sizi rızıksız bırakır mıyım niye endişe ediyorsunuz. Bana güvenmiyor musunuz? işte güvenmeyişimiz endişe edişimiz gelecek kaygılarımız tevekkül edemeyişimizi doğuruyor. O tevekkülsüzlüğümüzde Allah'ın indiğinde hoş karşılanmıyor bereketimiz azalıyor. Bu kıssa rızkın kaynağını ve sahibini hatırlatır. Yeryüzünde her canlının rızkı taksim edilmiştir. İnsan, kendisi için yaratılan nimetlerden faydalanmak için sadece Allah’ın helâl kıldığı yollarda çalışmalı ve ardından tevekkül etmelidir.
Rızık; Allah’ın yanında aranmalı, O’na kulluk etmeli ve O’na şükretmenin bir yansıması olarak görülmelidir. Yüce Allah, inananları nimetlerinden faydalanmaya çağırmış, hamd ve şükürle kulluğun gereğini yapmalarını emretmiş, ardından yeryüzüne dağılmalarını ve rızık aramalarını tavsiye etmiştir.
İnsanı en güzel şekilde yaratan Allah, ona duyması için kulaklar, görmesi için gözler ve anlaması için bir kalp vermiştir. Hayatı boyunca ihtiyaç duyduğu maddî ve mânevî her şeyi onun hizmetine sunmuş, dünyayı türlü nimetlerle donatmıştır.
Ve unutulmamalıdır: Sadece insanların değil, yeryüzündeki tüm canlıların rızkı Rezzâk olan Allah’a aittir. O, sadece inananlara değil; inkâr edenlere, hatta kendisine iftira edenlere bile bol bol rızık verir.
Kıymetli dost, Bir yolculuğumuzun daha sonuna geldik. Bir sonraki yolculuğumuzda nasibimize, gönlümüze ve kalemimize ne düşecek Mevlam daha iyi bilir. Ona sığınır ve kalemimizin mürekkebini ondan alır sizlerle paylaşırız inşallah.
Allah’ın verdiği nimetlerin farkında olarak yaşamanın en güzel örneklerinden biri de Hz. İbrâhim’in şu duasıdır: “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. O, beni yediren ve içirendir. Hastalandığımda da bana şifayı O verir. O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni salihlerin arasına kat!”
Bu duayla gönlümüzü O’na emanet ediyor, bir sonraki buluşmada yeniden yol arkadaşı olmak dileğiyle… Selam ve dua ile.