Kıymetli dost,
Yine bir yolculuğun başındayız. Her yolculuk bir niyetle başlar; yol, helale çıkar; adım, niyete bağlıdır. Rızık, hak edilenin izini sürer. Bu yolculuğumuzda rızkımıza kimler düşer, neler düşer, biz kimin rızkına yârenlik ederiz?
“Ya nasip” diyerek, Mevlânâ’nın şu sözleriyle seni de bu yolculuğa davet etmek istiyorum:
“Bir yol varsa hakikate varan, bir yolcu lazım kendini arayan,
bir hancı varsa yolcuları ağırlayan, bir aşk lazım yola koyduran.”
Haydi, hazırsan kalbine aşkı al; gözlerindeki perdeleri kaldır, kâinatı aşkın gözüyle gör. Gönlünün diliyle, kelimelerin damağımıza bıraktığı ikramı birlikte paylaşalım.

Hayat, her sabah gecenin örtüsünü kaldırır; güneşin nuru ile insana yeni bir sayfa açar. Tabiat bazen güneşle gülümser, bazen parçalı bulutlarıyla hüznü çağrıştırır; bazen de nemli gözlerinden dökülen yağmurlarıyla can olur toprağa, ağaca, çiçeğe ve insana. Her bir varlık, bu ilahi döngüde rızkını arar: toprak suya, kuş göğe, böcek yaprağa, insan ise emeğe yönelir.
İnsan, kendisine sunulan nimetlerin farkına vardıkça, hayatın sadece bir “geçim” değil, bir şükür alanı olduğunu idrak eder. Gün ışıkları bulutların arasından süzülürken yollar belirir; açılır rızkın kapıları. Yol, insanı rızıkla buluşmaya çağırır. Herkes bir telaşla yola düşer: öğrenci bilgeliğe, usta üretime, baba rızkın peşine...
Helal rızık, bu yolculuğun en kıymetli azığıdır. Sadece karın doyurmaz; kalbi besler, ruhu yüceltir. Cenab-ı Hak emeğin karşılığını müjdeler (Necm, 53/39-40); Peygamber Efendimiz (s.a.s.) helal kazancı bir ibadet olarak öğretir.
Ancak bu yolun bir de çetin yüzü vardır: haram kazanç.
Dışı cazip, içi zehirli bir sarmaşıktır; sarar ruhu. Kalbi karartır, vicdanı susturur, duaların önüne perde çeker. Haram lokma, sadece midenin değil, ruhun da kirlenmesidir.
Bu yazımızda, helalin aydınlık yolundan haramın karanlık dehlizlerine uzanacağız. Ve ibretle bakacağız Karun’un hikâyesine… Servetiyle büyüyen ama gönlü küçülen bir adamın hazin sonuna. Çünkü her çağda Karunlar vardır. Ve her çağda bir Musa, bir uyarı, bir vicdan sesi gerekir.
Gel dostum, birlikte soralım:
Hangi yol daha çetin?
Malın çokluğu mu, yoksa kalbin temizliği mi?

Rızık peşindeki bu yolculukta yönümüzü yeniden belirleyelim. Kazançlarımız bizi nereye götürüyor? Helal mi inşa ediyoruz, yoksa haramla mı yıkılıyoruz?
Bu yolculukta, vicdanın pusulasını yeniden ayarlamak için yola çıkıyoruz. Çünkü rızık sadece sofraya değil, kalbe de düşer.
Birlikte yol alacağımız bu yolculuğun, kalpte her kelimenin bir dua gibi yankılanmasını dilerim. Yazımız sadece bir satırlar bütünü değil; vicdanın, hikmetin ve hakikatin izini süren bir çağrı olsun. Her durağı, bize yeni bir nefes, yeni bir idrak getirsin.
Çünkü rızık sadece ekmek değil;
sabırla kazanılan, dua ile bereketlenen bir yolculuktur.
Rızık Peşinde Yolculuk Başlıyor…
Kârun’un Hikâyesi: Zenginliğin Zehri
Tarih, haksız kazancın bedelini ödeten ibretlerle doludur.
Bu hikâyelerin en çarpıcılarından biri, Kârun’un hikâyesidir.
Kârun, Hz. Musa’nın kavmindendi. Başlangıçta fakirdi; Musa Aleyhisselâm’a gelerek kendisine dua etmesini, Allah’tan rızık vermesini istedi. Hz. Musa’nın duası kabul oldu, Kârun simya ilmini öğrendi. Bu ilimle büyük bir servet kazandı. Ancak servet arttıkça, kalbi küçüldü; şükür yerini şımarıklığa, tevazu yerini kibire bıraktı.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“Kârun, Mûsâ’nın kavmindendi. Fakat onlara zâlimce davranıyordu.
Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, sadece anahtarlarını taşımak bile güçlü kuvvetli bir topluluğa zor geliyordu.
Kavmi kendisini şöyle ikaz etti: ‘Şımarma! Şüphesiz Allah şımaranları sevmez!’”
(Kasas, 76)
Kârun, sahip olduğu zenginliği kendi bilgi ve becerisine bağladı.
Allah’ı unuttu, Musa’nın çağrısına kulak tıkadı. Gururu gözünü kör etti; malın nimet değil, imtihan olduğunu anlayamadı.
Sonunda yer yarıldı; o da hazineleriyle birlikte yerin dibine geçti.
Geride, dünya malının geçiciliğini ve haksız kazancın yıkıcılığını anlatan ibretlik bir hikâye kaldı:
“Sonunda biz Kârun’u da, evini barkını da yerin dibine geçiriverdik.
Artık Allah’a karşı ona yardım edebilecek hiçbir topluluk yoktu; kendi kendine yardım edecek durumda da değildi.”
(Kasas, 81)
Kârun’un akıbeti sadece bir şahsın değil, mal sevdasıyla imtihan olan her insanın aynasıdır.
Günümüzün Kârun’ları
Bugün de aramızda Kârun’lar var…
Mal varlıklarıyla övünürken, yanı başlarında açlıktan ölenleri görmezler.
Servetlerini başkalarının sırtına basarak kazanır, kimsenin yarasına merhem olmazlar.
Kazançlarını kendi akıl ve becerilerine bağlayıp, tıpkı Kârun gibi, “Bu serveti kendi bilgimle elde ettim!” derler.
Oysa Kârun da aynı sözü söylemişti.
Hz. Musa’nın peygamberliğini, Allah’ın emir ve uyarılarını reddetmiş, malıyla övünerek haktan uzaklaşmıştı.
Bugünün Kârun’ları da, gösterişin, savurganlığın ve haksız kazancın büyüsüne kapılmış hâlde aynı yoldan yürümektedir.
Kanun tanımaz, vicdanın sesine kulak vermez, halkın sıkıntılarına kör kalırlar.
Ama unuttukları bir gerçek var:
Kârun’un sonu, haksız kazançla şımaran herkesin mukadder sonudur.
Kur’an, bu manzarayı şöyle tasvir eder:
“Daha dün onun yerinde olmayı düşleyenler bu sabah şöyle diyorlardı:
‘Hayret! Demek Allah, kullarından dilediğine rızkı bol veriyor, dilediğine az veriyor.
Eğer Allah bize lutufta bulunmasaydı, bizi de yerin dibine geçiriverirdi.
Demek ki kâfirler asla iflah olmazmış!..’”
(Kasas, 82)
Kârun’un hikâyesi bir geçmiş değil, insanlığa yöneltilmiş bir uyarıdır.
Rızık sadece kazanmak değil; nasıl kazanıldığını sorgulamaktır.
Helal kazanç huzurun anahtarıdır;
haksız kazanç ise hem dünyada hem âhirette ödenecek bir bedeldir.
Kıymetli dost,
Bir gönül yolculuğunun daha sonuna geldik.
Beni sabırla dinlediğin, yoluma ve gönlüme yoldaşlık ettiğin için şükranlarımı sunarım.
Her birinizi Rızkın Sahibine, Rahman ve Rahîm olana emanet ederken, bir sonraki yolculuğumuzda buluşmayı ümit ediyorum.
Selam ve Dua ile…