Yusuf Çelik
Köşe Yazarı
Yusuf Çelik
 

2001 Krizi ve Perde Arkasındaki Gerçekler

Tarih, bazen milletlerin hafızasına öylesine derin izler bırakır ki, o izler sadece rakamlardan ibaret olmaktan çıkar, adeta bir devrin ruhunu fısıldar. Bugün sizlere bahis açmak istediğim mevzu da işte böylesi bir dönüm noktasıdır: Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en çetin imtihanlarından biri olan 2001 Ekonomik Krizi. Ortamlarda duyduğumuz "Paramız bir gecede eridi, neye uğradığımızı şaşırdık" fısıltılarında yahut büyüklerimizin "Sabah zengindik, akşam fakirleştik" serzenişlerinde saklı olan o derin hadisenin perde arkasına eğilmeye gayret edeceğiz. Bu yazıda, krizin müsebbiplerini, dramatik sonuçlarını ve o meşum dönemin siyasi ve iktisadi iklimini temaşa etmeye çalışacağız. Yüksek Enflasyon ve Güvensizliğin Tohumları 2001 krizini anlamak için evvela 90'lı yılların iktisadi mirasına nazar etmek elzemdir. Zira o yıllar, Ali Babacan'ın veciz ifadesiyle "Türkiye'de yaşanan ev yapımı, el yapımı, yerli ve milli bir krizin" tohumlarının atıldığı dönemdi. Yüksek enflasyon, adeta bir canavar gibi her yıl %60'ın altına düşmeyen, bazen %100'ü aşan oranlarla milletin alım gücünü kemiriyordu. Kamu borcu dağ gibi yığılmış, dış ticaret açığı kronikleşmişti. Siyasilerin "berbat ekonomi yöntemleri ve çocuk kavgaları", ülkeyi içinden çıkılmaz krizlere sürüklüyordu. Mehmet Genç'in "İktisat terbiyesizliği" olarak niteleyeceği bu tablo, ekonomideki kırılganlığı had safhaya çıkarmıştı. 1999 Marmara Depremi'nin ağır maliyeti ve 2000 yılındaki bankacılık krizi, zaten diken üstünde olan ekonomiyi iyiden iyiye sarsmıştı. Kamu bankalarına yüklenen batık krediler ve Merkez Bankası kaynaklarıyla finanse edilen bu yapısal sorunlar, fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. O dönemki kulislerde, siyasi iradenin yapısal reformları ertelemesinin, günü kurtarmaya yönelik popülist adımların, ülkeyi uçurumun kenarına sürüklediği fısıldanıyordu. Bir Kitapçıkla Fakirleşen Milyonlar 19 Şubat 2001 günü, Çankaya Köşkü'nde, Türkiye tarihine geçecek bir toplantı vuku buldu. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında, Devlet Denetleme Kurulu'nun bankalar üzerindeki denetim yetkisi üzerine çıkan hararetli bir tartışma, anayasa kitapçığının fırlatılmasıyla zirveye ulaştı. Bu hadise, zaten kırılgan olan piyasalarda tam bir paniğe yol açtı. "Devletin zirvesinin 1 numaralı toplantısında öyle şeyler yaşanmıştı ki bunu çok az devlet yaşamıştır" denildiği o anlar, krizin fitilini ateşledi. Bir gecede faizler %7500'e fırladı, borsa çöktü, TL %30 değer kaybetti. Likidite sorunuyla milyonların parası kül oldu, 7.6 milyar dolar yabancı yatırım ülkeyi terk etti. Sabri Ülgener'in "toplumsal buhran" dediği bu durum, %150 enflasyon, 800 bin işsiz ve %10 küçülmeyle halkı baş başa bıraktı; güven yerle bir oldu. Krizin Acı Sonuçları ve Siyasi Yansımaları 2001 krizi, Türkiye'de derin ve kalıcı izler bıraktı. Binlerce işyeri kepenk kapattı, birçok banka battı veya el konuldu. Bir milyona yakın insan işsiz kaldı, hatta "insanlar parasızlıktan hayatlarına son verdiler" ifadesi, bu dönemin sosyal dramını gözler önüne serdi. Toplumsal bunalım had safhaya ulaştı. Bu iktisadi çöküş, aynı zamanda siyasi arenada da büyük bir tasfiyeye yol açtı. Dönemin hükümetleri halkın güvenini yitirmişti. Kemal Derviş'in gelişi ve IMF anlaşmaları bir nebze nefes aldırsa da erken seçim kaçınılmazdı. 2002 seçimleri, mevcut siyasi eliti tamamen tasfiye etti. Halk, geleneksel siyasetten bıkmış, yeni kurulan AK Parti'ye yöneldi. Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Zulümle abat olanın akıbeti berbat olur!” Zira adaletsiz politikaların bedeli ağır ödenmişti. İktisat Terbiyesi ve Geleceğe Yöneliş 2001 krizi, Türkiye'ye pahalıya mal olan bir iktisat terbiyesi dersi vermiştir. Makyajlama veya günü kurtarma politikalarıyla bir ülke abad olamazdı. Bu kriz, adil bir gelir dağılımının, güçlü bir bankacılık sektörünün, şeffaf kamu maliyesinin ve siyasi istikrarın ne denli hayati olduğunu acı bir şekilde öğretmiştir. Velhasıl; 2001 krizi bu milletin hafızasına kazınan acı ama bir o kadar da kıymetli bir derstir. Buhranlar, sadece rakamlardan ibaret çöküşler değil; aynı zamanda, ekonomik duruşunu yeniden şekillendirmesi için bir uyarı mahiyetindedir. Unutulmamalıdır ki, gerçek refah ve hakiki huzur, sadece ekonomik göstergelerin yükselmesiyle değil, aynı zamanda toplumun her kesimine sirayet eden bir adalet ve hakkaniyet duygusuyla inşa edilebilir. Bu topraklarda iktisadi adaletin ve kalıcı refahın temini, ancak geçmişten ders çıkararak, şeffaflığı ve liyakati esas alan sağlam bir iktisat terbiyesiyle mümkün olacaktır. Zira iktisat, sadece sayılardan ve hesaplardan ibaret bir disiplin değil; aynı zamanda ahlakın, vicdanın ve toplumsal dayanışmanın tezahürüdür.   Selam ve Dua ile…
Ekleme Tarihi: 06 Ekim 2025 -Pazartesi
Yusuf Çelik

2001 Krizi ve Perde Arkasındaki Gerçekler

Tarih, bazen milletlerin hafızasına öylesine derin izler bırakır ki, o izler sadece rakamlardan ibaret olmaktan çıkar, adeta bir devrin ruhunu fısıldar. Bugün sizlere bahis açmak istediğim mevzu da işte böylesi bir dönüm noktasıdır: Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en çetin imtihanlarından biri olan 2001 Ekonomik Krizi.

Ortamlarda duyduğumuz "Paramız bir gecede eridi, neye uğradığımızı şaşırdık" fısıltılarında yahut büyüklerimizin "Sabah zengindik, akşam fakirleştik" serzenişlerinde saklı olan o derin hadisenin perde arkasına eğilmeye gayret edeceğiz. Bu yazıda, krizin müsebbiplerini, dramatik sonuçlarını ve o meşum dönemin siyasi ve iktisadi iklimini temaşa etmeye çalışacağız.

Yüksek Enflasyon ve Güvensizliğin Tohumları

2001 krizini anlamak için evvela 90'lı yılların iktisadi mirasına nazar etmek elzemdir. Zira o yıllar, Ali Babacan'ın veciz ifadesiyle "Türkiye'de yaşanan ev yapımı, el yapımı, yerli ve milli bir krizin" tohumlarının atıldığı dönemdi. Yüksek enflasyon, adeta bir canavar gibi her yıl %60'ın altına düşmeyen, bazen %100'ü aşan oranlarla milletin alım gücünü kemiriyordu. Kamu borcu dağ gibi yığılmış, dış ticaret açığı kronikleşmişti. Siyasilerin "berbat ekonomi yöntemleri ve çocuk kavgaları", ülkeyi içinden çıkılmaz krizlere sürüklüyordu. Mehmet Genç'in "İktisat terbiyesizliği" olarak niteleyeceği bu tablo, ekonomideki kırılganlığı had safhaya çıkarmıştı.

1999 Marmara Depremi'nin ağır maliyeti ve 2000 yılındaki bankacılık krizi, zaten diken üstünde olan ekonomiyi iyiden iyiye sarsmıştı. Kamu bankalarına yüklenen batık krediler ve Merkez Bankası kaynaklarıyla finanse edilen bu yapısal sorunlar, fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. O dönemki kulislerde, siyasi iradenin yapısal reformları ertelemesinin, günü kurtarmaya yönelik popülist adımların, ülkeyi uçurumun kenarına sürüklediği fısıldanıyordu.

Bir Kitapçıkla Fakirleşen Milyonlar

19 Şubat 2001 günü, Çankaya Köşkü'nde, Türkiye tarihine geçecek bir toplantı vuku buldu. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında, Devlet Denetleme Kurulu'nun bankalar üzerindeki denetim yetkisi üzerine çıkan hararetli bir tartışma, anayasa kitapçığının fırlatılmasıyla zirveye ulaştı. Bu hadise, zaten kırılgan olan piyasalarda tam bir paniğe yol açtı. "Devletin zirvesinin 1 numaralı toplantısında öyle şeyler yaşanmıştı ki bunu çok az devlet yaşamıştır" denildiği o anlar, krizin fitilini ateşledi.

Bir gecede faizler %7500'e fırladı, borsa çöktü, TL %30 değer kaybetti. Likidite sorunuyla milyonların parası kül oldu, 7.6 milyar dolar yabancı yatırım ülkeyi terk etti. Sabri Ülgener'in "toplumsal buhran" dediği bu durum, %150 enflasyon, 800 bin işsiz ve %10 küçülmeyle halkı baş başa bıraktı; güven yerle bir oldu.

Krizin Acı Sonuçları ve Siyasi Yansımaları

2001 krizi, Türkiye'de derin ve kalıcı izler bıraktı. Binlerce işyeri kepenk kapattı, birçok banka battı veya el konuldu. Bir milyona yakın insan işsiz kaldı, hatta "insanlar parasızlıktan hayatlarına son verdiler" ifadesi, bu dönemin sosyal dramını gözler önüne serdi. Toplumsal bunalım had safhaya ulaştı. Bu iktisadi çöküş, aynı zamanda siyasi arenada da büyük bir tasfiyeye yol açtı.

Dönemin hükümetleri halkın güvenini yitirmişti. Kemal Derviş'in gelişi ve IMF anlaşmaları bir nebze nefes aldırsa da erken seçim kaçınılmazdı. 2002 seçimleri, mevcut siyasi eliti tamamen tasfiye etti. Halk, geleneksel siyasetten bıkmış, yeni kurulan AK Parti'ye yöneldi. Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Zulümle abat olanın akıbeti berbat olur!” Zira adaletsiz politikaların bedeli ağır ödenmişti.

İktisat Terbiyesi ve Geleceğe Yöneliş

2001 krizi, Türkiye'ye pahalıya mal olan bir iktisat terbiyesi dersi vermiştir. Makyajlama veya günü kurtarma politikalarıyla bir ülke abad olamazdı. Bu kriz, adil bir gelir dağılımının, güçlü bir bankacılık sektörünün, şeffaf kamu maliyesinin ve siyasi istikrarın ne denli hayati olduğunu acı bir şekilde öğretmiştir.

Velhasıl; 2001 krizi bu milletin hafızasına kazınan acı ama bir o kadar da kıymetli bir derstir. Buhranlar, sadece rakamlardan ibaret çöküşler değil; aynı zamanda, ekonomik duruşunu yeniden şekillendirmesi için bir uyarı mahiyetindedir. Unutulmamalıdır ki, gerçek refah ve hakiki huzur, sadece ekonomik göstergelerin yükselmesiyle değil, aynı zamanda toplumun her kesimine sirayet eden bir adalet ve hakkaniyet duygusuyla inşa edilebilir. Bu topraklarda iktisadi adaletin ve kalıcı refahın temini, ancak geçmişten ders çıkararak, şeffaflığı ve liyakati esas alan sağlam bir iktisat terbiyesiyle mümkün olacaktır. Zira iktisat, sadece sayılardan ve hesaplardan ibaret bir disiplin değil; aynı zamanda ahlakın, vicdanın ve toplumsal dayanışmanın tezahürüdür.

 

Selam ve Dua ile…

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.