Zaman zaman eskiye dair hatıralar arasında gezinirken fark ediyorum ki, insan geçmişe dair bazı şeyleri unutmuyor değil; sadece bugünün gürültüsünde duyamıyor. Çocukluğumda alışveriş denilince akla, elden çıkan peşin para, esnafla yapılan göz teması, bir de babalarımızın "borç yiğidin kamçısıysa, fazlası kırbacıdır" sözü gelirdi. Bugünün dünyasında ise insanlar taksitli özgürlüğe inandırılmış durumda.
Bu yazıda mevzu borç ise, onu sadece rakamlarla değil, aynı zamanda hayatın içinden tecrübelerle ele almak icap eder. Zira borç dediğimiz hadise, sadece ekonomik bir veri değil, aynı zamanda insanın basiretini ve karar verme kabiliyetini de etkileyen derin bir meseledir. İşte bu yazıda tam da bu minvalde bir bakış açısıyla borçla yaşamanın hakikatte neye tekabül ettiğini konuşacağız.
Taksitli Hayatlara Mahkûm Muyuz?
Son zamanlarda yaptığım gözlemler neticesinde, artık birçok insan için alışverişin anlamı değişmiş durumda. Peşin parayla alınan mal, yerini “kaç taksit yapıyorsunuz?” sorusuna bırakmış. Taksitli alışveriş, bir tercih değil; adeta mecburiyet kabilinden görülüyor. Gelir yetmiyor, geçim daralıyor; çare, geleceği borçlandırmakta aranıyor. Bu minvalde kurulan düzenin ferasetli bir yaklaşımla sorgulanması icap eder.
BDDK’nın 2024 sonunda yayımladığı verilere göre Türkiye’de bireysel kredi kartı borcu 1 trilyon TL’yi aşmış. Üstelik kart kullananların üçte biri düzenli olarak sadece asgari ödeme yapabiliyor. Bahis açmak gerekir ki, bu tablo sıradan bir ekonomik veri değil; toplumun ruh halini de yansıtan bir göstergedir. Geçenlerde bir dost meclisinde biri, “Artık kazandığımızla değil, taksit sayısıyla yaşıyoruz” dedi. Herkes başını salladı, zira hakikati ifade eden söz fazla izah gerektirmez.
Gelir Sabit, Borç Artıyor: Bu Hesap Tutmaz
Bir evin gideriyle geliri arasında makul bir denge yoksa, orada ekonomik değil, psikolojik bir çöküş baş gösterir. Müşahede ediyoruz ki, son yıllarda halkın gelirinde gözle görülür bir artış olmamasına rağmen, yaşam maliyetindeki yükseliş, neredeyse geometrik bir hızla devam etmekte. Mevzu borç olunca, artık borçlanmak geçici bir çözüm değil, kalıcı bir alışkanlık halini almış. Bu minvalde sürdürülen bir hayat, ancak günü kurtarır; geleceği değil.
TÜİK'in 2024 sonu verilerine göre, çalışanların yüzde 62’si gelirinin yarısından fazlasını zorunlu harcamalara ayırıyor. Kredi kartı harcamaları ise yıllık bazda %67 oranında artış göstermiş. Bu tablo, basiret ve feraset ile değerlendirilmediğinde, kişi kendisini farkında olmadan borç sarmalının içinde buluyor. Geçen gün biri şöyle dedi: “Maaşım zam gördü ama enflasyon benden önce fark etti.” İşte bu cümle, yaşadığımız ekonomik hakikatin kısa ve sarih bir izahıdır.
Borçsuz Yaşamak Mümkün mü?
Bu memlekette artık borçsuz yaşamak bir hayal mi, yoksa basiretle hareket eden için hâlâ mümkün mü, diye bir bahis açmak gerek. Zira çevremde yaptığım gözlemler neticesinde, birçok kimsenin borçla yaşamayı olağan kabul ettiğini gösteriyor. Oysaki mesele sadece borçtan kurtulmak değil; borçla düşünmekten, borçla karar almaktan, hatta borçla yaşamaktan kurtulmaktır. Bu minvalde mesele sadece gelir meselesi değil; irade, terbiye ve tüketim kültürü meselesidir.
TÜİK verilerine göre 2024 yılı itibarıyla hane halklarının yüzde 43’ü ay sonunu getirebilmek için borçlanmak zorunda kalıyor. Fakat ferasetle bakıldığında görülür ki, gelirin azlığı kadar harcamanın da sorgulanması gerekir. Geçenlerde bir büyüğüm, “Evladım, yetmeyen maaş yoktur; hesapsız harcama vardır,” dedi. Belki herkes için geçerli değildir bu söz, ama borçsuz yaşamanın ilk şartı da işte tam buradadır: Harcamadan önce düşünmek, almakla değil almamakla da güç kazanmak.
Hatırlıyor musunuz, Peşin Alışveriş Diye Bir Şey Vardı?
Hatırlayan kaldı mı bilmem, ama bir dönem vardı ki mahalle bakkalında “fiş taksidi” değil, “veresiye defteri” tutulurdu. O da mecbur kalındığında… Esas olan, cebinde ne varsa onunla alışveriş yapmaktı. Elinde parası olmayan ya daha az alır ya da hiç almazdı. Dikkat ediyorum da günümüzde bu anlayış neredeyse nostaljiye karışmış. Peşin alışveriş yerine, taksitle alınan hayatlar çoğaldı. Şimdi satın aldığımız bir eşyayı, borcunu ödeyene kadar unutanlardanız.
O dönemde de enflasyon vardı elbette; ancak bugünkü borçlanma sarmalını sadece enflasyonla izah etmek kabil değildir. Zira mesele sadece ekonomik değil, kültürel bir dönüşümün neticesidir.
Geçen gün bir çay ocağında kulak misafiri olduğum konuşmada biri şöyle dedi: “Eskiden bir şeyi alırken iki kere düşünürdük, şimdi kart geçiyor mu diye bakıyoruz.” Bu söz, belki biraz latife kabilinden söylendi ama hakikati de içinde taşıyor. Zira peşin alışveriş sadece bir ödeme biçimi değil, aynı zamanda bir basiret göstergesiydi. Ne alacağını bilmek, neyi almayacağını da bilmeyi gerektiriyordu.
Borçsuzluk Lüks Değil, Liyakattir
Borcun sıradanlaştığı, faizle yaşamanın olağan kabul edildiği bir devirde borçsuz yaşamak, elbette bir meziyet haline gelmiştir. Lakin bu meziyet, sadece maddi imkâna sahip olanlara mahsus değildir. Hayatı iktisatla idare eden, israftan uzak duran ve her işinde ölçülü hareket eden kişi, borçsuzluğa sadece ulaşmaz; onu hak eder. Bu da gösteriyor ki borçsuzluk bir lüks değil, liyakatle kazanılan bir hâldir.
Bir büyük zat şöyle demişti: “İnsan, sahip olduklarıyla değil; vazgeçebildikleriyle özgürdür.” Bu söz üzerine ne zaman tefekküre dalsam, bugünkü tüketim alışkanlıklarını hatırlarım. Gerçek mali özgürlük, daha çok şeye sahip olmakta değil; daha az şeyle huzur içinde yaşayabilmektedir. Borçtan uzak duran insan, sadece hesabını değil, huzurunu da muhafaza eder. Ve bu da günümüz dünyasında parayla ölçülmeyecek kadar kıymetlidir.
Velhasıl, borçla yaşamak artık bireysel tercihten ziyade toplumsal bir mecburiyet hâline gelmiş gibi duruyor. Taksitle alınan eşyalar, asgarisi ödenen borçlar, sabit kalan gelirler ve hızla artan giderler arasında sıkışmış bir hayat yaşıyoruz. Lakin bu manzara, sadece ekonomik verilerle değil, aynı zamanda kaybolmaya yüz tutmuş iktisat terbiyesiyle de izah edilmelidir. Borç, sadece cüzdana değil; zihne, iradeye ve hatta ahlaka da sızan bir alışkanlık haline gelirse, orada hürriyetten bahsetmek kabil değildir.
Bugün hâlâ peşin alışverişi hatırlayanlar var; borçsuz yaşamayı ilke edinmiş, ölçülü ve hesaplı hareket eden insanlar var. Bu da gösteriyor ki borçsuzluk bir ütopya değil, mümkündür. Lakin bunun yolu daha çok kazanmaktan değil; daha basiretli harcamaktan geçer. Faizin gölgesinden çıkmak, kişinin sadece bütçesini değil, vicdanını da hafifletir. Neticede mali özgürlük, lüksle değil; liyakatle elde edilir.
Selam ve Dua ile…