Mevzuya bir nazar atmak icap eder ki, iktisadi meseleler yalnız rakamlardan ibaret değildir; bir milletin vicdanına, ferasetine ve basiretine dokunan derin yaralardır. Bahis açmak gerekirse, “liyakat” denilen o yitik erdemin yokluğu, yalnızca birkaç koltuğun yanlış ellere teslim edilmesi değildir; milletin umuduna, emeğine ve hatta yarınlarına vurulan bir darbedir.
Bir kahvehanede kulağıma çalınan şu cümle hâlâ zihnimde yankılanır: “İş bulmak için torpilin varsa diplomanın ne kıymeti varmış…” Bu, yalnız bir sitem değil; adalet duygusunun nasıl örselendiğinin en yalın tercümesidir. Ve biz de bugün, büyük bir titizlikle perde arkasına nüfuz ederek bu sessiz ama derin iktisadi yangını temaşa edeceğiz.
Kadim Bir Erdemin Kaybı
Liyakat; bilgi, yetenek, ahlak ve işe ehil olmak demektir. Fatih Sultan Mehmet’in “kılıcımın hakkı var, lakin ilmin hakkı daha büyüktür” sözü, devlet idaresinde ve toplumsal hayatta ehliyete verdiği önemi gösterir.
Ne var ki, tarihin çarkları döndükçe bu erdem yıprandı. Devşirme sisteminin bozulması, rüşvetin ve kayırmacılığın artması, modernleşme sancılarıyla birlikte şeklen Batılı, ruhen ise kayırmacılığa batmış bir bürokrasi… Neticede “dayısı olan kazanır” sözü, bir milletin diline nakşoldu. Amiyane tabirle ifade etmek gerekirse “iktisat terbiyesizliği” tam da budur: hakkın değil, hatırın konuştuğu bir düzen.
Yeteneğin Susturulduğu Dünyanın Bedeli
Bir akademisyenin kulaklarımıza fısıldadığı şu cümle meseleyi özetler: “Bir liyakatsiz atama, milyarlık projeyi batırabilir.” Ve bu yalnızca bir kaygı değil; kamu ihalelerinde, büyük yatırımlarda ve özel sektörde defalarca yaşanan bir hakikattir.
“Cebimizi Yakan Oyunun Asıl Kurucuları Kim?” diye sorduğumuzda cevabı yalnızca spekülatörlerde değil; yeteneği görmezden gelip “yakınlık” tercih eden kararlarda da buluruz. Adam Smith’in “görünmez eli” bile, liyakatten mahrum bir zeminde işlevsiz kalır.
Bu düzenin sonucu; gençlerin cesaretini kıran, girişimciliği körelten, inovasyonu durduran bir yapı… “Saatleri ileri aldık, güneş hâlâ doğmuyor” diye dert yanan halk, aslında liyakat eksikliğinin getirdiği verimsizliğe işaret eder. Bir genç, “Okusam ne olacak, torpilin yoksa boşuna…” dediğinde; umut toprağına taş atılmış olur.
Toplumsal Güvenin Çöküşü
Liyakatsizlik yalnız ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal bir felakettir. “Ekonomik Adalet Neden Uzak Bir Rüya?” sorusuna verilecek cevaplardan biri de budur: Liyakat yoksa adalet duygusu da zedelenir.
Bir kahvede denk geldiğim bir ustanın, “Adamın derdi başka, bizim derdimiz başka…” sözü; halkın zihnindeki güven uçurumunu gösterir. Sözle eylemin ayrıştığı, “Söz Söylemek Kolay… Peki, Onu Yaşamak?” dediğimiz çelişki, en çok burada hissedilir. Yusuf el-Karadâvî’nin dediği gibi, güvenin olmadığı yerde bereket de olmaz; sadece istatistiklerde büyüme olur, sofrada küçülme.
Yeniden Liyakate ve İktisat Terbiyesine Dönüş
Çözüm, eğitimde fırsat eşitliğini güçlendirmek; liyakati merkeze alan, ehliyeti ödüllendiren bir sistem inşa etmektir. “Paran Kadar Konuşma, Bilgin Kadar Yaşa” sözünün kıymeti, ancak adil ve şeffaf bir düzende ortaya çıkar.
Adamına göre değil; ehline göre atama… Şeffaf sınavlar, performans esaslı değerlendirmeler ve hukukun üstünlüğü. “Görünmez eller” ancak bu şekilde görünür olur ve milletin huzuru da bu sayede tahkim edilir. Cesur bir siyasi irade ve bilinçli bir toplum talebi, bu değişimi mümkün kılar.
Liyakat Bir Milletin Vicdanıdır
2001 krizi gibi buhranlar, liyakatsizliğin ağır faturasını milletçe ödediğimiz acı tecrübeler olarak hafızamızdadır. Bu mesele, sadece birkaç koltuğun değil; bir milletin ortak refahının temeli, iktisadi ruhunun özüdür.
Velhasıl iktisat sadece sayılarla değil; vicdanla, ahlakla ve adaletle de yazılır. Unutmayalım: Saatleri ileri almakla güneş doğmaz. Liyakat ve adalet olmadan, hakiki kalkınma da doğmaz.
Selam ve Dua ile…