Yusuf Çelik
Köşe Yazarı
Yusuf Çelik
 

Mutfak Ekonomisinin Dilsiz Hikâyesi

Tencereler vardır; paslanmış bir yoksulluğu taşır kimi zaman, kimi zaman da bereketin has kokusunu… Ama bugün, birçok hanede tencere sadece akşam yemeği için değil; ekonominin vicdanı için de kaynıyor. Mutfak, ekonominin görünmeyen kalbidir; buradaki hareketlilik, sadece patatesin fiyatıyla değil, milletin umuduyla da ilgilidir. Bir hanede soba yanıyorsa, sofraya konan tas da iktisadın en sade bir yansımasıdır. İktisat terbiyesiyle meseleye baktığınızda, devletin bütün politikalarının nihai sonucu nihayetinde mutfaktaki buharın sıcaklığında ölçülür. TÜİK’in Rakamı mı? Pazardaki Torba mı? TÜİK’in açıkladığı rakamlar elbette bir işlev taşır; fakat pazardaki teyzenin torbasının ağırlığına bakmak daha hakiki bir göstergedir. Gıda enflasyonu, sabah pazara giden emeklinin adımlarını bile yavaşlatan bir mesele hâline geldi. Bir kilo domatesin 30 lirayı bulduğu bir düzende, vatandaş markete girdiğinde sadece fiyatlarla değil, hayal kırıklıklarıyla da karşılaşıyor. “İndirim rafı var mı?” diye sormak artık utanılacak bir durum değil; aksine, bütçeye sadakatin zarif bir hatırlatması. Elbette bazı kalemler var ki sadece ekonomik değil; sosyolojik bir yük taşıyor: Ayçiçek yağı, un, yumurta… Bunlar bugün sadece gıda değil, geçim sembolüdür. Tencereden Taşan Hikâyeler Geçen ay Fatih’te bir mahalle bakkalında oturuyordum, vitrindeki eski kantarın yanında ayaküstü çay içenlerle sohbetin arasında kayboldum. İçeri, bastonuna dayanarak giren yaşlı bir amca girdi. Belli ki ömrünü bu sokaklarda geçirmiş, yüzünde geçmişten bugüne akan bir yorgunluk vardı. Raflara doğru yöneldi, uzun uzun bakındı, sonra sessizce kasaya yaklaşarak sadece bir ekmek aldı. Kasiyer “Başka bir şey?” diye sorduğunda dudaklarının kenarında buruk bir tebessüm belirdi: “Yok evladım... Vallahi eskiden bir tas çorba yetiyordu, şimdi çorbanın da hesabı var. Torun gelir belki, ekmeği ikiye böleriz.”  O an, sessizlik birden derinleşti. Raflardaki makarna kutuları, yağ şişeleri sanki daha sessiz oldu. Tencerede kaynayan değil, kaynamayan şeyin adıydı bu cümle: geçim değil, çaresizlik. O küçük dükkân, bir ekonomi makalesinden daha fazla şey anlatıyordu. Çünkü bir milletin ekonomik durumu en doğru şekilde, yaşlı bir amcanın alışveriş sepetinde okunur. Sade bir ekmek, bazen ülkenin en derin göstergesi olur. Kaynayan Umutlar Bu sessiz kriz, artık yalnızca bireysel gayretlerle aşılabilecek bir boyutta değildir. Çünkü mesele, tek tek hanelerde tutulan bütçe defterlerinden daha derin, sistemik bir çöküşün usulca sızan yankısıdır. İktisatçılar reformdan bahsederken, Anadolu’nun bağrında yıllardır konuşulan bir hakikati göz ardı etmemek gerekir: yerel üretim modelleri, kooperatifçilik ve alım garantili çiftçi politikaları, mutfağın yeniden kaynamasını sağlayacak mayalardır. Üreticiyle tüketiciyi doğrudan buluşturan bu yapılar, aracıların karını değil; toplumun nefesini düşünür. Zira mahallede süt dağıtan kooperatif aracı minibüsleri, yalnızca gıda değil; güven taşır. Bu modeller yeniden gündeme gelmeli, desteklenmeli; çünkü krizle mücadele etmek sadece makroekonomik sunumlarla değil, halkın elinin değdiği çözümlerle mümkündür. Öte yandan kadınların evde yürüttüğü görünmeyen ekonomi de sıklıkla göz ardı edilir. Oysa bu çaba, devasa stratejilerin erişemediği yerlere sızan ince bir akıldır. Anadolu’nun birçok evinde mutfak, sadece yemek pişirilen değil; bütçenin dengelendiği, hayatın yeniden organize edildiği yerdir. "Ev idaresi, devlet gibidir" der büyükler… Çünkü orada adalet, tasarruf ve dağılım yeniden şekillenir. Eğer devletin harcında adalet eksikse, milletin tenceresinde huzur kaynamaz. Sabahattin Zaim’in veciz ifadesiyle, “Ekonomi insanın kendisiyle yüzleştiği aynadır.” Bugün aynaya baktığımızda, belki parlak grafikler görünmez ama çay ocaklarında, bakkal raflarında, evin küçücük mutfağında yankılanan bir çığlık vardır: sessiz ama esaslı. Susturulamaz, çünkü milletin sabrı sadece sessizlikten değil; çözüm arayışından beslenir. Sofranın Sessiz Direnişi Paylaşmak da bu hikâyenin bir parçası. Komşunun pişirdiğinden haberdar olmak, bazen bir tabak yemeği değil; bir moral destek anlamına gelir. Yusuf el-Karadâvî, “Rızkı paylaşmak, bereketi çoğaltır” derken sadece dini değil; iktisadi bir hakikati de dile getiriyordu. Mutfak seferberliği, sadece tariflerle değil; dayanışmayla mümkündür. Kooperatiflere duyulan güven, yerel üreticiye verilen destek ve tüketicinin bilinçlenmesiyle bu süreç yeniden sağlıklı bir zemine kavuşabilir. Velhasıl mutfakta kaynayan her tas çorba bir ekonominin özeti gibidir. Tenceredeki buhar, sadece yemeğin değil; umudun da göstergesidir. Bugün tencereler sessiz ama inatçı bir direnç taşıyor. Çünkü bu millet sofrada dua etmeyi bilir; ama dua ederken hesabı da unutmaz. Saatleri ileri aldık belki; ama güneşi hâlâ göremedik. O güneş, yeniden kaynayan tencerelerle; sofralara yayılan bereketle doğacak. Selam ve Dua ile...
Ekleme Tarihi: 29 Eylül 2025 -Pazartesi
Yusuf Çelik

Mutfak Ekonomisinin Dilsiz Hikâyesi

Tencereler vardır; paslanmış bir yoksulluğu taşır kimi zaman, kimi zaman da bereketin has kokusunu… Ama bugün, birçok hanede tencere sadece akşam yemeği için değil; ekonominin vicdanı için de kaynıyor. Mutfak, ekonominin görünmeyen kalbidir; buradaki hareketlilik, sadece patatesin fiyatıyla değil, milletin umuduyla da ilgilidir. Bir hanede soba yanıyorsa, sofraya konan tas da iktisadın en sade bir yansımasıdır. İktisat terbiyesiyle meseleye baktığınızda, devletin bütün politikalarının nihai sonucu nihayetinde mutfaktaki buharın sıcaklığında ölçülür.

TÜİK’in Rakamı mı? Pazardaki Torba mı?

TÜİK’in açıkladığı rakamlar elbette bir işlev taşır; fakat pazardaki teyzenin torbasının ağırlığına bakmak daha hakiki bir göstergedir. Gıda enflasyonu, sabah pazara giden emeklinin adımlarını bile yavaşlatan bir mesele hâline geldi. Bir kilo domatesin 30 lirayı bulduğu bir düzende, vatandaş markete girdiğinde sadece fiyatlarla değil, hayal kırıklıklarıyla da karşılaşıyor. “İndirim rafı var mı?” diye sormak artık utanılacak bir durum değil; aksine, bütçeye sadakatin zarif bir hatırlatması. Elbette bazı kalemler var ki sadece ekonomik değil; sosyolojik bir yük taşıyor: Ayçiçek yağı, un, yumurta… Bunlar bugün sadece gıda değil, geçim sembolüdür.

Tencereden Taşan Hikâyeler

Geçen ay Fatih’te bir mahalle bakkalında oturuyordum, vitrindeki eski kantarın yanında ayaküstü çay içenlerle sohbetin arasında kayboldum. İçeri, bastonuna dayanarak giren yaşlı bir amca girdi. Belli ki ömrünü bu sokaklarda geçirmiş, yüzünde geçmişten bugüne akan bir yorgunluk vardı. Raflara doğru yöneldi, uzun uzun bakındı, sonra sessizce kasaya yaklaşarak sadece bir ekmek aldı. Kasiyer “Başka bir şey?” diye sorduğunda dudaklarının kenarında buruk bir tebessüm belirdi: “Yok evladım... Vallahi eskiden bir tas çorba yetiyordu, şimdi çorbanın da hesabı var. Torun gelir belki, ekmeği ikiye böleriz.” 

O an, sessizlik birden derinleşti. Raflardaki makarna kutuları, yağ şişeleri sanki daha sessiz oldu. Tencerede kaynayan değil, kaynamayan şeyin adıydı bu cümle: geçim değil, çaresizlik. O küçük dükkân, bir ekonomi makalesinden daha fazla şey anlatıyordu. Çünkü bir milletin ekonomik durumu en doğru şekilde, yaşlı bir amcanın alışveriş sepetinde okunur. Sade bir ekmek, bazen ülkenin en derin göstergesi olur.

Kaynayan Umutlar

Bu sessiz kriz, artık yalnızca bireysel gayretlerle aşılabilecek bir boyutta değildir. Çünkü mesele, tek tek hanelerde tutulan bütçe defterlerinden daha derin, sistemik bir çöküşün usulca sızan yankısıdır. İktisatçılar reformdan bahsederken, Anadolu’nun bağrında yıllardır konuşulan bir hakikati göz ardı etmemek gerekir: yerel üretim modelleri, kooperatifçilik ve alım garantili çiftçi politikaları, mutfağın yeniden kaynamasını sağlayacak mayalardır. Üreticiyle tüketiciyi doğrudan buluşturan bu yapılar, aracıların karını değil; toplumun nefesini düşünür. Zira mahallede süt dağıtan kooperatif aracı minibüsleri, yalnızca gıda değil; güven taşır. Bu modeller yeniden gündeme gelmeli, desteklenmeli; çünkü krizle mücadele etmek sadece makroekonomik sunumlarla değil, halkın elinin değdiği çözümlerle mümkündür.

Öte yandan kadınların evde yürüttüğü görünmeyen ekonomi de sıklıkla göz ardı edilir. Oysa bu çaba, devasa stratejilerin erişemediği yerlere sızan ince bir akıldır. Anadolu’nun birçok evinde mutfak, sadece yemek pişirilen değil; bütçenin dengelendiği, hayatın yeniden organize edildiği yerdir. "Ev idaresi, devlet gibidir" der büyükler… Çünkü orada adalet, tasarruf ve dağılım yeniden şekillenir. Eğer devletin harcında adalet eksikse, milletin tenceresinde huzur kaynamaz. Sabahattin Zaim’in veciz ifadesiyle, “Ekonomi insanın kendisiyle yüzleştiği aynadır.” Bugün aynaya baktığımızda, belki parlak grafikler görünmez ama çay ocaklarında, bakkal raflarında, evin küçücük mutfağında yankılanan bir çığlık vardır: sessiz ama esaslı. Susturulamaz, çünkü milletin sabrı sadece sessizlikten değil; çözüm arayışından beslenir.

Sofranın Sessiz Direnişi

Paylaşmak da bu hikâyenin bir parçası. Komşunun pişirdiğinden haberdar olmak, bazen bir tabak yemeği değil; bir moral destek anlamına gelir. Yusuf el-Karadâvî, “Rızkı paylaşmak, bereketi çoğaltır” derken sadece dini değil; iktisadi bir hakikati de dile getiriyordu. Mutfak seferberliği, sadece tariflerle değil; dayanışmayla mümkündür. Kooperatiflere duyulan güven, yerel üreticiye verilen destek ve tüketicinin bilinçlenmesiyle bu süreç yeniden sağlıklı bir zemine kavuşabilir.

Velhasıl mutfakta kaynayan her tas çorba bir ekonominin özeti gibidir. Tenceredeki buhar, sadece yemeğin değil; umudun da göstergesidir. Bugün tencereler sessiz ama inatçı bir direnç taşıyor. Çünkü bu millet sofrada dua etmeyi bilir; ama dua ederken hesabı da unutmaz. Saatleri ileri aldık belki; ama güneşi hâlâ göremedik. O güneş, yeniden kaynayan tencerelerle; sofralara yayılan bereketle doğacak.

Selam ve Dua ile...

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.