Bazı meseleler vardır ki, simit kuyruğunda da konuşulur, banka kulislerinde de. Lâkin dil aynı olsa da mana başkadır. İşte zenginlik de böyledir: Bir kesim servetini katlarken, öteki kesim aynı maaşla daha az ekmek alabiliyor. Bu uçurum yalnızca rakamlarla mı izah edilir? Yoksa işin içinde, öğretilmeyen bir “para terbiyesi” mi var?
Bahis açmak icap eder ki, bu mesele sadece gelir değil; zihniyet, kültür ve feraset meselesidir. Ve maalesef, toplum olarak parasal terbiyeyi bir türlü mektep sıralarına koyamadık. Sabri Ülgener’in dediği gibi: “İktisadi davranışlar, yalnız matematikle değil; zihniyetle tebellür eder.”
Cepten Öteye Geçebilmek
Eski bir dostum geçtiğimiz günlerde “Abi parayı kazanıyoruz da niye zenginleşemiyoruz?” diye sordu. Hakikaten, mesele sadece çalışmak değil; kazancı çalıştırabilmektir. Mehmet Genç Hoca’nın da ısrarla vurguladığı gibi, “İktisat sadece rakam değil; zihniyetin meyvesidir.”
Varlıklı kesim, parayı biriktirmekle yetinmez; onu işçiye, dükkâna, hisseye dönüştürür. Kriz anında bile fırsat kollar; çünkü paranın dilini ana dili gibi bilir. Faiz, vergi avantajı, temettü… Bunlar onlara yabancı değildir. Neticede, paranın çalıştığı yerde insan biraz kenara çekilir; parası çalışır, kendisi değil.
Bu farkın kökeninde ise bilgiye erişim vardır. Finansal danışman, özel eğitim, doğru veri… Zengin için sıradan; halk için ise lüks. Kriz zamanlarında bile zenginin kaybı, garibin kaybından cüzidir. Çünkü kaybedeni bile koruyan bir sistem vardır.
Müfredatın Kimsesiz Çocuğu
Bugün hâlâ parasal eğitim, ders kitaplarının üvey evladı gibidir. Mahfi Eğilmez’in sıkça altını çizdiği gibi; sadece gelir-gider tablosu çizmekle tamamlanmaz bu iş. Evvela “Para nedir?” sualine makul bir cevap vermek gerekir. Zira parasal eğitim, harcamayı değil; düşünmeyi öğretir. Bu da sadece teknik bilgiyle değil, zihniyet değişikliğiyle mümkündür. Kişi, parayı bir tüketim aracı değil; bir planlama imkânı olarak görmeyi öğrendiğinde, ekonomik özgürlüğe bir adım daha yaklaşır.
Parasal terbiyenin temel sütunları nettir: Borç ve riskin mahiyetini doğru kavramak, bileşik getirinin ve uzun vadeli yatırımın kıymetini bilmek, nihayetinde harcarken değil; kazanırken strateji kurmak. Reklam dünyası “Harca, mutlu ol!” diye fısıldarken; parasal eğitim “Dur, düşün, yön ver!” diye uyarır. İşte bu fark, garibi borç sarmalına iterken; bilgiyle donanmış bireye servet üretmenin yolunu aralar.
Adaletin İncelikli Yüzü
Daha derin bakarsak; mesele sadece ferdin değil, sistemin de hikâyesidir. Vergi muafiyetleri, yatırım teşvikleri, danışman orduları… Serveti koruyan görünmez zırhlardır bunlar. Toplumun alt katmanı, kredi kartıyla günü kurtarmaya çalışırken; üst katmanı, vergi optimizasyonu ile bir serveti iki eder.
Adam Smith, “Görünmez el piyasayı dengeler” der. Lâkin o el, kimi zaman zenginin sırtını okşarken, garibin cebine uzanır. İşte bu noktada mesele, ferdi tasarruftan çıkar; toplumsal adalet ve iktisat siyasetine dayanır.
Kimin Ekonomisi?
Geçen hafta bir iş insanıyla konuşurken, “Bugün yatırım yapana değil, parasını saklayana ödül var” dedi. Ne kadar acı bir cümle… Üretim yerine durağan sermayeyi yücelten bir iklim, serveti daha da merkezileştirir. Ve neticede, faizle servet büyür; alın teriyle değil.
Yusuf el-Karadâvî’nin veciz sözü gelir akla: “Faiz ve spekülasyon, zengini zengin, fakiri daha fakir eder.” Hakikaten de faiz oranları yükselirken orta sınıf küçülür, sermaye sahipleri güçlenir. Bu döngü kırılmadıkça, sosyal denge de kurulmaz.
Nereye Varacağız?
Peki, ne yapılmalı? Servet Bayındır’ın ifadesiyle; “Finansal okuryazarlık, rakam değil; basiret öğretir.” Bu basiret, ancak okul sıralarında, aile meclislerinde, medya dilinde işlenirse kökleşir. Vergi politikaları, üretimi ve yatırımı cezalandıran değil; teşvik eden hale gelmeli.
Mete Gündoğan’ın dediği gibi, “Adil paylaşım olmadan ekonomik istikrar hayaldir.” O hayali gerçeğe dönüştürmek için; tüketimi değil üretimi, borcu değil tasarrufu, israfı değil kanaati yüceltmeliyiz.
Velhasıl; zenginlik, önce zihinde doğar; cepte büyür. Eğer zihniyet değişmezse, servet yalnızca el değiştirir; refah ise hiçbir zaman topluma yayılmaz.
Unutmayalım: İktisat, sadece hesap kitap değil; bir ahlâk ve terbiyedir. O terbiye toplumun damarlarına işlemeden, servet de refah da adalet de yalnızca bir temenni olarak kalır.
Selam ve Dua ile…



