Cebimizdeki paranın her geçen gün eridiğini hissediyoruz. Market raflarındaki etiketler sabah başka, akşam başka… “Enflasyon canavarı” dediğimiz bu sinsi hadise, zannedildiği gibi yalnızca bir rakam değil; çok yönlü, derinlikli ve karmaşık bir yapının tezahürüdür. Peki, fiyatları yükselten gerçek failler kimlerdir? Sadece arz ve talep mi, yoksa perde arkasında işleyen daha derin mekanizmalar mı var?
Bu yazıda, fiyat artışlarına yol açan dört temel aktöre eğileceğiz: talep baskısı, maliyet artışları, yapısal ekonomik sorunlar ve para politikalarının etkileri. Zira enflasyon, tek bir düğmeye basarak çözülebilecek kadar basit bir denklem değildir.
Talep Cephesinden Gelen Baskı
Bir ürünün revaçta olmasıyla birlikte fiyatının aniden artması hepimizin malumudur. Bu durum, iktisat kitaplarında “talep enflasyonu” olarak geçer. TÜİK'in 2024 son çeyrek verilerine göre, tüketici güven endeksindeki %5'lik artış, halkın harcama eğilimini artırmış, belirli ürün gruplarında talep patlaması yaşanmıştır.
Talep artarken arz aynı hızda yetişemediğinde, fiyatlar yukarı yönlü baskıya maruz kalır. Tıpkı sınırlı sayıdaki konser biletinin karaborsaya düşmesi gibi… Talep varsa ve arz yetersizse, fiyatlar kaçınılmaz şekilde yükselir.
Maliyetlerin Gölgesinde Gizlenen Artışlar
Enflasyon yalnızca talep kaynaklı değil; aynı zamanda maliyetlerin, üretim girdilerinin ve lojistik kalemlerin artmasıyla da tetiklenir. Ticaret Bakanlığı’na göre, 2025’in ilk çeyreğinde enerji maliyetleri %15 artış göstermiştir. Bu artış, doğrudan üretim hattına ve dolaylı olarak nihai fiyatlara yansır.
İşte bu “maliyet enflasyonu” dediğimiz hadise, üretici firmaların artan maliyetleri ürün fiyatlarına yansıtmasıyla oluşur. Hatta talep canlı olmasa dahi, girdilerdeki fiyat artışı tek başına fiyatların yukarı yönlü hareketini tetikler.
Ekonominin İç Hastalıkları: Yapısal Enflasyon
Bediüzzaman “Bir işin içinden çıkılmazsa, esasına bakılır,” der. Enflasyon da öyledir; mesele sadece rakamlarda değil, yapının kendisindedir. Rekabet Kurumu’nun son raporuna göre, bazı sektörlerde piyasa hâkimiyeti birkaç firmada yoğunlaşmış durumda. Bu tekelleşme, fiyat belirleme gücünü keyfiyete bırakmakta, rekabeti törpülemektedir.
Kayıt dışı ekonomi de bir diğer mesele. Gelir İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre bu oran hâlâ %10’un üzerinde. Vergi tabanının dar olması, kamunun finansman ihtiyacını artırmakta ve enflasyonist baskıya zemin hazırlamaktadır. İşte bu yapısal meseleler, ekonominin genetik enflasyon riskini taşıyan tarafıdır.
Para Politikalarının Gölgesinde Merkez Bankası
Enflasyonla mücadelede Merkez Bankası, elindeki araçlarla sahaya çıkar. Faiz oranları, zorunlu karşılıklar, açık piyasa işlemleri... Ancak bu müdahaleler bazen neşter gibi hassas, bazen de deprem gibi sarsıcı olabilir.
Merkez Bankası'nın 2024 yılı sıkı para politikası, enflasyonda 3 puanlık düşüş sağlasa da kredi faizlerini artırarak yatırımları yavaşlatmış; ekonomik büyümeyi 1 puan aşağı çekmiştir. Bu durum bize şunu gösteriyor: Merkez’in her adımı hem olumlu hem de yan etkilere sahiptir. Dengeyi doğru kurmak, maharet ister.
Velhasıl fiyatları yükselten tek bir fail yoktur. Talebin köpürttüğü, maliyetin sürüklediği, yapısal sorunların kemirdiği ve para politikalarının şekillendirdiği bir denklemle karşı karşıyayız. Prof. Dr. Sabahattin Zaim’in “Enflasyon, ekonominin ateşidir; ateşi söndürmek için önce kaynağı bilmek gerekir” sözü, bu hakikati veciz bir şekilde ortaya koyar.
Tıpkı bir orkestranın ahenkli bir melodi çıkarması gibi, enflasyonla mücadelede de tüm unsurların uyum içinde çalışması gerekir. Aksi hâlde bu sinsi yükseliş, sessizce cebimizden, zihnimizden ve toplumsal huzurumuzdan çalmaya devam eder.
Selam ve Dua ile...