Yusuf Çelik
Köşe Yazarı
Yusuf Çelik
 

Reklamlar Konuşuyor, Akıl Susuyor

Günümüz dünyasında “ihtiyaç” kelimesi, anlamını ve sınırını yitirmiş durumda. Bilhassa son yirmi yılda hız kazanan dijitalleşme, reklam teknolojilerinin evrimi ve sosyal medya platformlarının gündelik hayatın merkezine oturması, bireyi adeta bir “tüketim öznesi” haline getirdi. Eskiden alışveriş, ihtiyaçla başlardı; şimdi ise “arzuyla” başlıyor. Reklamlar konuşuyor; akıl ise çoğu zaman sessizce geri çekiliyor. Bunu en çarpıcı biçimde geçenlerde bir AVM’de müşahede ettim. Bir genç, vitrindeki yeni sezon spor ayakkabıyı uzun uzun inceledikten sonra, arkadaşına dönüp şöyle dedi: “Aslında hiç ihtiyacım yok ama... Instagram’da duruşu acayip iyi.” İşte tam da bu cümle, içinde bulunduğumuz tüketim anlayışının özeti gibidir. Sanal İhtiyaçlar Çağında Yaşıyoruz Adam Smith, “İnsan, kendi çıkarını maksimize etmeye eğilimlidir” der. Ancak bugünün çağında bu çıkar, ne yazık ki “sahip olduklarımızla görünür olmak” şeklinde yozlaşmıştır. Sosyal medya platformları, kullanıcılarının zihnine her gün onlarca 'gereklilik' zerk ederken, birey artık neye gerçekten ihtiyaç duyduğunu bile fark edemez hâle gelmektedir. Mehmet Genç’in “iktisadi zihniyet” vurgusu burada çok kıymetlidir. Zira tüketim, yalnızca cebin değil; zihnin de bir eylemidir. Tüketim tercihlerimiz, aslında nasıl düşündüğümüzün, neye kıymet verdiğimizin birer göstergesidir. Kanaatkâr insanın yerini, taksitle tüketen, ‘kampanya’ ile yaşayan bir profil almıştır. Manevi İktisat ve Ahlakın Kaybı Sabri Ülgener’in de altını çizdiği gibi, iktisadın bir de “manevi boyutu” vardır. Bu boyutta mesele, sadece gelir ve gider değil; aynı zamanda israf, gösteriş ve doyumsuzlukla mücadeledir. Bugün yalnızca harcadığımız para değil, harcadığımız zaman ve zihinsel enerjimiz de bu reklam bombardımanı altında eriyip gidiyor. Nitekim, Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur: “İktisat eden zenginleşir, israf eden iflasa sürüklenir.” Bu söz, modern tüketim toplumunun en çarpıcı eleştirisidir. Zenginlik, yalnızca servetle değil; sadelik, huzur ve istikrarla da ölçülmelidir. Bir zamanlar televizyon ekranlarında dönen reklam kuşakları, şimdilerde cep telefonlarımızın her köşesine sirayet etmiş durumda. Sabah gözümüzü açar açmaz maruz kaldığımız içerikler, artık bizi yönetiyor. Düşünmeye zaman kalmadan, tüketmeye teşvik ediliyoruz. Beklenti Ekonomisinin Tuzakları Bugün bir başka mesele de “tüketimle mutluluk” arasına kurulan yapay ilişki. Zira gençlik, artık kendisini değerli hissetmek için sahip olduğu şeylerle ölçülmeye itiliyor. Bu, toplumsal çürümenin iktisadi cephesidir. Bir ürün alınmadan önce değil, alındıktan hemen sonra değersizleşiyorsa; orada bir tatmin değil, bir boşluk doğar. Cihat Yaycı'nın dediği gibi: “Milli güvenlik sadece sınırda değil, zihinlerde başlar.” Eğer bireyin zihni, reklamlarla kuşatılmışsa; milli kalkınma, üretim ya da tasarruf gibi kavramlar yer bulamaz. Mahfi Eğilmez’in ifadesiyle “Güven, ekonominin oksijenidir.” Ancak güvenin ön şartı da doğru bilgilendirilmiş, feraset sahibi bir toplumdur. Reklamlar sürekli konuşurken, eğer akıl susuyorsa; bu oksijenin kalitesi de düşer. Velhasıl, tüketim sadece bir alışveriş meselesi değil; aynı zamanda bir kimlik, bir tercih ve bir ahlâk meselesidir. Reklamların yönlendirdiği değil; kanaatin, ferasetin ve bilginin şekillendirdiği bir tüketim bilinci geliştirmedikçe ne borçtan kurtulabiliriz ne de gerçek özgürlüğe kavuşabiliriz. Reklamlar konuşmaya devam edecek. Fakat aklın da sözünü söylemesi gerek. Aksi hâlde, o meşhur deyimdeki gibi “sahip olduklarımız, bizi esir alır.” Selam ve Dua ile…
Ekleme Tarihi: 08 Eylül 2025 -Pazartesi
Yusuf Çelik

Reklamlar Konuşuyor, Akıl Susuyor

Günümüz dünyasında “ihtiyaç” kelimesi, anlamını ve sınırını yitirmiş durumda. Bilhassa son yirmi yılda hız kazanan dijitalleşme, reklam teknolojilerinin evrimi ve sosyal medya platformlarının gündelik hayatın merkezine oturması, bireyi adeta bir “tüketim öznesi” haline getirdi. Eskiden alışveriş, ihtiyaçla başlardı; şimdi ise “arzuyla” başlıyor. Reklamlar konuşuyor; akıl ise çoğu zaman sessizce geri çekiliyor.

Bunu en çarpıcı biçimde geçenlerde bir AVM’de müşahede ettim. Bir genç, vitrindeki yeni sezon spor ayakkabıyı uzun uzun inceledikten sonra, arkadaşına dönüp şöyle dedi: “Aslında hiç ihtiyacım yok ama... Instagram’da duruşu acayip iyi.” İşte tam da bu cümle, içinde bulunduğumuz tüketim anlayışının özeti gibidir.

Sanal İhtiyaçlar Çağında Yaşıyoruz

Adam Smith, “İnsan, kendi çıkarını maksimize etmeye eğilimlidir” der. Ancak bugünün çağında bu çıkar, ne yazık ki “sahip olduklarımızla görünür olmak” şeklinde yozlaşmıştır. Sosyal medya platformları, kullanıcılarının zihnine her gün onlarca 'gereklilik' zerk ederken, birey artık neye gerçekten ihtiyaç duyduğunu bile fark edemez hâle gelmektedir.

Mehmet Genç’in “iktisadi zihniyet” vurgusu burada çok kıymetlidir. Zira tüketim, yalnızca cebin değil; zihnin de bir eylemidir. Tüketim tercihlerimiz, aslında nasıl düşündüğümüzün, neye kıymet verdiğimizin birer göstergesidir. Kanaatkâr insanın yerini, taksitle tüketen, ‘kampanya’ ile yaşayan bir profil almıştır.

Manevi İktisat ve Ahlakın Kaybı

Sabri Ülgener’in de altını çizdiği gibi, iktisadın bir de “manevi boyutu” vardır. Bu boyutta mesele, sadece gelir ve gider değil; aynı zamanda israf, gösteriş ve doyumsuzlukla mücadeledir. Bugün yalnızca harcadığımız para değil, harcadığımız zaman ve zihinsel enerjimiz de bu reklam bombardımanı altında eriyip gidiyor.

Nitekim, Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur: “İktisat eden zenginleşir, israf eden iflasa sürüklenir.” Bu söz, modern tüketim toplumunun en çarpıcı eleştirisidir. Zenginlik, yalnızca servetle değil; sadelik, huzur ve istikrarla da ölçülmelidir.

Bir zamanlar televizyon ekranlarında dönen reklam kuşakları, şimdilerde cep telefonlarımızın her köşesine sirayet etmiş durumda. Sabah gözümüzü açar açmaz maruz kaldığımız içerikler, artık bizi yönetiyor. Düşünmeye zaman kalmadan, tüketmeye teşvik ediliyoruz.

Beklenti Ekonomisinin Tuzakları

Bugün bir başka mesele de “tüketimle mutluluk” arasına kurulan yapay ilişki. Zira gençlik, artık kendisini değerli hissetmek için sahip olduğu şeylerle ölçülmeye itiliyor. Bu, toplumsal çürümenin iktisadi cephesidir. Bir ürün alınmadan önce değil, alındıktan hemen sonra değersizleşiyorsa; orada bir tatmin değil, bir boşluk doğar.

Cihat Yaycı'nın dediği gibi: “Milli güvenlik sadece sınırda değil, zihinlerde başlar.” Eğer bireyin zihni, reklamlarla kuşatılmışsa; milli kalkınma, üretim ya da tasarruf gibi kavramlar yer bulamaz. Mahfi Eğilmez’in ifadesiyle “Güven, ekonominin oksijenidir.” Ancak güvenin ön şartı da doğru bilgilendirilmiş, feraset sahibi bir toplumdur. Reklamlar sürekli konuşurken, eğer akıl susuyorsa; bu oksijenin kalitesi de düşer.

Velhasıl, tüketim sadece bir alışveriş meselesi değil; aynı zamanda bir kimlik, bir tercih ve bir ahlâk meselesidir. Reklamların yönlendirdiği değil; kanaatin, ferasetin ve bilginin şekillendirdiği bir tüketim bilinci geliştirmedikçe ne borçtan kurtulabiliriz ne de gerçek özgürlüğe kavuşabiliriz.

Reklamlar konuşmaya devam edecek. Fakat aklın da sözünü söylemesi gerek. Aksi hâlde, o meşhur deyimdeki gibi “sahip olduklarımız, bizi esir alır.”

Selam ve Dua ile…

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.