“Beşer şaşar” ne kadar doğru bir tespittir. Hemen ardından gelen “Allah şaşırtmasın” duası ise ne kadar güzel ve hayatidir. İnsanız; zayıfız, nankörüz, unutkanız. Zaaflarımız, heveslerimiz ve nefsimiz var. Rabbimiz, hangimizin güzel ameller işleyeceğini görmek için hayatı ve ölümü yaratmış. Dünya, Efendimiz’in (s.a.v.) tabiriyle, uzun bir yolculukta dinlenmek için eğleşilen fani bir ağaç gölgesi mesabesinde.
Bu imtihan dünyasında, itibarını veya makamını bir musibetle kaybedeni hor görmek ve kınamak doğru değildir. Gönül insanı Serdar Tuncer, bu durumu en veciz haliyle ifade eder: “Kınadığı işi yapmadan ölmez insan. Bugün ona, yarın –Allah muhafaza– sana.” Mümine yaraşan, böylesi zamanlarda evvela hüsnü zan etmektir; “O öyle şey yapmaz” diyebilmektir. Velev ki yapmış bile olsa, “Rabbim cezasını burada verdi, ahirete bırakmadı” diyecek kadar olgunluk göstermektir.
Parayı Bulan mı Sapıttı, İnsan mı Şaştı?
Sınanmadığımız günahın masumu olmadığımız gerçeği, bizi sürekli bir tefekküre davet eder. Parayı buldu sapıttı, makama geldi kibrinden yanına yaklaşılmıyor demek kolaydır. O parayı sen bulsan, o makama sen gelsen, o şöhret sana nasip olsa sen ne halde olurdun?
Serdar Tuncer, bahsi geçen gazeteciyi 15 sene evvel Süleymaniye’de bir sahur programına konuk ettiğini ve onu o zamanlar pırıl pırıl, dertli, genç bir Müslüman olarak tanıdığını anlattıktan sonra, “Umarım masumdur ve berat eder fakat şayet suçluysa cezasını vermek yargının işidir; ben geçmiş olsun diyerek günahının affı için dua ederim yine de…” diyerek Müslümanlığın ince insanlık olduğunu gösterir. Düşmanlığımız günahkara değil, günahta olmalıdır. Mahkeme devletindir, kul ise Allah’ın!
Kişisel Husumet ve Kamu Vicdanı Arasında
Peki, hukuki süreç ve sosyal medya linci arasında nasıl durulmalıdır? Gazeteci İsmail Halis, bu ikileme dair kendi yaşadığı kişisel husumeti bile hiçe sayarak bir vicdan sınavı verir. Halis, adı geçen gazeteciyle yaşadığı ciddi bir tartışmayı (üniversite davetinde kendisine ağır hakaretler edildiğini) bugüne kadar paylaşmadığını belirtir. Buna rağmen, Mehmet Akif Ersoy’un kamuoyuna açıkladığı savunma metninin büyük bir kısmına inandığını beyan eder. Bu, kişisel intikam duygusundan sıyrılarak kamu vicdanı adına yapılan zorlu bir destektir.
Fatih Çiçek de bu konuda hukuki ölçülere odaklanılmasını salık verir: İsnat edilen suçun somut delili var mı? İsnatta bulunanların güvenilirliği nasıl? İslam hukuku, suçu değil, sonuna kadar masumiyeti arar. Birçok kişinin isnatları, somut delil yoksa hüküm vermeye yetmez.
Sosyal Medya ve Ahlakın Pazarlanması
Günümüzdeki tartışmaların en çarpıcı yönü, sosyal medya üzerinden dönen ahlak ticaretidir. İsmail Halis, bu riyakârlığa sert tepki gösterir. Özellikle bazı gazetecilerin kıyafet tercihleri üzerinden yürütülen tartışmalara atıfta bulunarak, "sosyal medya hesaplarınızda, tüm mecralarda, yıllardır kendi özgür iradenizle paylaştığınız yüzlerce görseldeki sahnelemelerinizin amacı nedir?" diye sorar. Bu, sosyal medyada sürekli cesur görseller paylaşanların, bir kriz anında aynı görseller üzerinden ahlakçılık yapmasını eleştiren güçlü bir tespittir.
Velhasıl, lince katılmak, düşenin hatası üzerinde tepinmek, legal olsa bile helal değildir. Bizim için kriter; masumiyet karinesini korumak, hüsnü zan etmek ve günahı işleyenin tövbe etmesi için dua etmektir. Zira dervişlik, ince Müslümanlıktır.
Selam ve Dua ile…